“O bana hüzün dolu hikayesini anlattığında, mahcubiyet ve anlayış içinde dedim ki: “Benim Tanrım onları asla affetmeyecek.” Ağzımdan istem dışı çıkıveren bu kelimeler onun öfkesini patlattı ve şöyle haykırdı: “Dr. Suruş, bana Tanrı’dan bahsetme: Tanrı yok!... Ben dondurucu morgda suçsuz ve savunmasız bir şekilde acı çekerken Tanrı neredeydi? Bana yardım etmesi için yalvarırken ve çığlıklar atarken O neredeydi? Bu utanmaz hayvanlar benimle alay ederken, pervasızca bana saldırırken Tanrı neredeydi? Tek olan, yüceler yücesi olan O Tanrı, üç canavar üzerime atlayıp duygusuzca “Allah’ın adıyla! (Bismillah diyerek)” bana vururlarken neredeydi?...”
İran “İslam” Cumhuriyeti’nde yaşadığı korkunç işkenceleri kayınpederi İranlı ünlü düşünür Abdulkerim Suruş’a anlatırken yüreği ve beyninde parçalanan, sarsılan inancı böyle dile getirmişti Hamid.
İran’da ki resmi din anlayışını sorguladığı ve İran reform hareketinin entelektüel lideri olarak kabul edildiği için seveni de sevmeyeni de çok olan Prof. Dr. Abdulkerim Suruş’un, İslami Yorum Dergisi ve ardından birkaç internet sitesi ile Haber10’da yayımlanan “Tanrı yok! Tanrı'ya yemin ediyorum ki Tanrı yok!...” başlıklı makalesi son zamanlarda okuduğum en etkili makaleydi.
***
Bedeni en korkunç acının ve işkencenin tezgahından geçerken (Müslüman bir ülkede ve Allah’ın adı anılarak) inandığı/aradığı Tanrı’yı bulamamanın korkunç hüznünü yaşayan bir insana, ruh halini paylaştığı diğer bir insan ne söyleyebilir ve yaralı bir adama hangi sözlerle pansuman yapabilirdi?
Birçoğumuzun başına gelmemiş midir böyle bir “an”?
İşte o anlardan biriydi benim de yaşadığım. Çocuk yaşta mahkum olmuş ve çocukluğu ile gençliğinin en güzel dönemlerini hapiste geçirmiş biriyle tanışmıştım. Diyarbakır Cezaevi dahil birçok cezaevinde hapis yatmış ve işkence görmüştü. Bedeninden daha çok hırpalanmış bir ruhu, dilsiz/fersiz bir çift siyah gözü vardı ilk tanıdığımda. Acı çekmişti hem de çok… Suskun ve yaralı bir insana merhem olur konuşmak diye; bir imtihan içinde olduğumuzu, kötülerin mutlaka cezalandırılacağı, Allah’ın her şeyi gördüğünü, O’nun şahitliğinin her şeyden daha önemli olduğu gibi günlük hayatta en çok kullandığımız teolojik yorumları yapmıştım dilim döndüğünce. Birden o dilsiz gözler bana bakmış ve “Hiç Tanrı’nın seni terk ettiğini düşündüğün oldu mu?” diye sormuştu.
Acı çekerken, bize şahdamarımızdan daha yakın olanın, varlığıyla en küçük zerremizde bile hissettiğimiz “O”nun bizi terk ettiğini düşünmek bile paramparça etmeye yeterdi ruhumuzu oysa…
***
Suruş, korkunç bir deneyimden geçen damadının ruhunda açılan yaraya yeterince merhem olabilmiş miydi bilemiyorum ama yüreğinde hüzün taşıyan birçok kişiye iyi gelecek cesur ve güzel bir yazı yazmıştı bence.
“…Şimdi en etkili iksir olan sabır kisvesini kuşan. Haksızlığa uğramış topraklarımızda adaletsizlik skalası öylesine ağır ki, senin hikayen ve senin payına düşen sadece okyanusta bir damla kadar.Yaşlı gözlerini, kırılmış kalbini ve işkence görmüş bedenini acı çeken tüm diğer hayatların yanına yerleştir ve onların yaralarının, seninkilere bir merhem gibi hizmet etmelerine izin ver…”
Yeryüzünde savaş, açlık, tecavüz ve en korkunç işkencelerle imtihan olan milyonlarca insanın, yüzyıllardır acının en koyu rengini bağrında taşıyan başta Ortadoğu, Afrika ve Mezopotamya gibi zalimi de mazlumu da çok, bahtsız toprakların Tanrısı’nı aramak…
Evet kimi zaman “Kahhar” kimi zaman “Rahman” olanı aramak… Belki de imtihanın en çetin en yaman çizgisinde dengede durabilmek, düşmemek… Sırat Köprüsü’nden geçerken çırpınmaktır belki. Acı çekerken yürümeye devam etmek ya da vazgeçip uçurumdan aşağıya bakmak, bakarken düşmek ya da düşmemek. Kim bilir?
***
Ya da en fenasıdır Suruş’un dediği gibi, “kendi kötülüklerini ve zalimliklerini din perdesinin arkasına gizleyenler ve dini Allah’ın kullarına işkence yapmak için kullananlar.”
Tıpkı muhaliflere işkence ederek onları susturmaya çalışan İran’ın canavarları ya da Suriye sokaklarında öldürülen Müslümanların vahşileri veya Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de Müslüman kanı döken katiller gibi. “Onların dindarlıkları zalimliklerini besledi ve büyüttü. Çünkü onlar Allah’ın adıyla vahşileşiyorlardı. Onlar vahşeti bir oyun olarak görmediler. Onu bir hak olarak da görmediler, fakat bir görev olarak gördüler.”
Ve yıllarca bu topraklarda inkar edilip, aşağılanan ve ölümle sınanan Kürtler, başından kafirin bombası eksik olmayan Afganlar ile esir Filistin halkı… Ve daha nice mazlum ve nice zalim… Nice “Kahhar” ve nice “Rahman”…Ve hepimiz O’ndan rol çalıyoruz. Kimimiz kahrederek kimimiz severek…
***
“Hamid’in Tanrı'sına bir hitabım var;” diyerek şu taleplerle makalesini sonlandırıyor Suruş. “Biliyorum acı çekmek ve işkence kişiyi bazen güçlendirir ve biler. Hatta bazen onlar Tanrı sevgisini büyütüp besleyebilirler. Fakat aynı zamanda onlar rasyonaliteyi de tahrip edebilirler veya inancı da aşındırabilirler.”
“Sen ışığını kestiğinden beri, senin hizmetkarlarının kafirliği ve inancı ile kederler ve sevinçlerin tümü senin katında aynı oldu…(Sana aşkla değil) Rasyonel (delillerle yaklaşan) insanların kafasına öyle bir fikir aşılandı ki artık senin herhangi bir şeye müdahale edeceğin beklentisini yitirdiler. Senden senin hizmetkarlarına katlanabileceklerinden daha fazla yük yüklememeni talep ediyorum. Muzdarip rasyonalistleri de geri çevirmemeni talep ediyorum. Şikayet eden ve inançlarını kaybedenlere de kızgın olmamanı talep ediyorum…”
Suruş’un cesur ve güzel yazısından ilhamla Allah’tan benim de taleplerim olacak.
Ey Yüce Allah’ım!
Gözyaşı ve kanın hiç eksik olmadığı bu coğrafyada mazlumun adaletini sadece sen gözet. Hiçbir Müslüman’a firavunlaşmayı, hiçbir mazluma da seni unutmasını nasip etme. Ancak ben her kahreden zalime Suruş gibi senden alçakgönüllülükle lanet etmek için izin talep etmeyeceğim. Onların katı yüreklerini yumuşat ve en büyük acılarla sınananlara sabrı ve kendini sonsuz kıl. Ve yeryüzünü lanetlerden koru. En kötü/güzel hastalığımız “Aşk” olsun…
" Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım…" (Bakara suresi, ayet 186)
"… Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir." (Hadid suresi, ayet 4)
Haber10