Menyu
Ali Şeriati’de Kadının Kurtuluşu/ Yıldız RAMAZANOĞLU
HAKKINDA YAZILAN MAKALELER [TÜRKÇE]

Ali Şeriati’de Kadının Kurtuluşu/ Yıldız RAMAZANOĞLU

 

 
Selman-ı Fârisî, nihayet yola çıkar ve Arap topraklarından gelen ticaret kervanına sahibi olduğu koyun ve inekleri verme karşılığında kendisini Arabistan'a götürmelerini teklif eder. Onlarla birlikte Hicâz topraklarına gelen Selmân-ı Farisî, Medine'ye yakın bir yerde kervandakilerin ihanetine uğrar ve bir yahudiye köle olarak satılır. Bu dönemde, Araplar, baskınlar yaparak ele geçirdikleri insanları köle diye başkalarına satarlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.), peygamberliğinin ilk günlerinde, "Bir zaman gelecek, San'a'dan tek başına yolculuğa çıkan bir kadın, Hadramut'a kadar hiç bir saldırıya uğramadan seyahat edebilecektir." diyerek, bu emniyetsizliğin toplumdan kalkacağını müjdelemişti. (Buharî, "Menakıb"; Ebu Davud, "Cihad")
 
 
Bir kez daha Ali Şeriati’nin Şam’daki mezarı başındaydım. Hz.Ali’nin kızının yattığı Zeynebiyye türbesinin hemen arkasına düşen bir sokakta. 27 Haziran 1977’den beri yattığı mekanda. Bu sakin ve ıssız yerde bile en uç noktalarda yaşadığı fikir çarpışmalarını, Ali Şeriati’nin kasırga ve saba rüzgarı arasında gidip gelen beyin fırtınalarının ürpertisini hissetmek mümkündü. Parmaklıkların önünde iki genç kadının bir yandan dua edip bir yandan da gözlerini silmeleri dikkate şayan.  
 
Eserleri dünyada otuzdan fazla dile çevrilen, belki İran’dan çok, başka İslam ülkelerinde  takipçileri bulunan bu genç adamın, İslam dünyasında kadınları da derinden etkileyen nadir düşünürlerden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
 
Bu yazıda yapmak istediğim Şeriati’nin nasıl olup da kadınlardan bu kadar çok takipçi ve okur edinebildiğini ve kadın meselesine dair –Fatıma Fatımadır’ı saymazsak-bir tek müstakil kitap yazmamış olmasına rağmen aslında çok şey söylemiş olduğunu açığa çıkarmak.
 
Şeriati okumaya başlayan kadın okurlar, kaleme aldığı eserlerde, konuşmalarda, önlerinde cinsiyetli olmayan bir insanlık yolunun açılmış olduğunu hemen fark eder. Kadınları sadece cinsiyetlerinin getirdiği fizyolojik işlevlere mahkum kılan yaklaşımlardan çok uzak, kadına ve erkeğe ortak ve yüksek hedefler gösteren cümleler kurduğunu görürler. İnsan yerine konulduklarını derinden hissederler.  Kadınları müdafaa ve haklarını teslim için özel risaleler yazmış biri değildir evet, ama insanın inkişafından sözederken bir cins ayırımının söz konusu  olamayacağını göstererek bunu fazlasıyla yapmıştır aslında. İslam dünyasında her yazardan ve alimden bu hissi alamazsınız ne yazık ki. Eserlerinin ortaya çıktığı tarihler modernleşme sürecinde kadının toplumsal karşılığı üzerinden amansız bir tartışmanın olduğu döneme denk düşüyor. Dengenin modernlik lehine bozulmaması için kadınların toplumsal meselelere eğilmesinin gereksiz olduğunun evde muhafaza altında olmalarının daha iyi olacağının din adına ileri sürüldüğü zamanlar. 
 
Kadın müdavimler Hüseyniye-i İrşad’da* gerçekleşen dersleri hiç kaçırmıyorlardı. Meşhed’de edebiyat okumuş, Sorbonne’da toplumbilim ve dinler tarihi konularında doktorasını yapmış, akademik disiplinden gelmesine rağmen yazıları tutkulu ve şairane olan, kelimeleri kalbinin aklından süzülen bu adama büyük hayranlık besliyorlardı. Ayrıca inandığı şeyler uğruna kendini fedaya hazır oluşu, Cezayir’in kurtuluş hareketine bizzat destek verişi, bunun için örgütlenenlere evini açması da kahramanca bir duruştu.  
 
Kızına yazdığı bir mektuptaki gibi nice kefenleri yırtıp çıkarak hayatına devam etmiş,
suikastlerden, cezaevlerinden, korkulardan, tehditlerden, sadakatsizliklerden, yalnız bırakılmalardan ilahi bir lezzet almış, ilahi bir cezbeyle okuyup yazmış konuşmuş bir serdengeçti.  
 
Avrupa’nın düşünsel birikimine de hakim olması, ne Doğu’yu ve Uzak Doğu’yu, ne de Batı’yı dışarıda bırakmayan üslubu, çağı kavrayıp kendilerine dini meşruiyet alanı içinde  yeni bir yol açmak isteyen, okuyan düşünen kadınlara çekici geliyordu. Hangi konuya el atsa düşünceleri coşkuyla dallanıp budaklanan, geniş daireler çizerek evrenin her noktasına değmeyi başaran Şeriati bu yönleriyle kısa zamanda cazibe merkezi olmuştu.  
 
 
Kimi müfessirlerin yazdığı tefsirlerde zımnen esas insanın erkekler olduğunun açık ya da üstü örtülü olarak hissettirildiği, mümin kadınların bile çoğu zaman, ayetlerdeki ey iman edenler! hitabından sadece iman eden erkeklere seslenildiğini düşünüp, dünyadaki geniş vizyonlu sorumluluklarına dair bir çıkarımda bulunmamayı yeğledikleri bilinen bir durum.   
 
Kadının dünya sahnesindeki ikincil durumunu, erkeğin yanındaki yardımcı konumunu alt üst eden biridir Ali Şeriati. En başta konferanslarına kadınların da gelmesini sağlayarak. Konuşma ve yazılarında kadın ve erkeği eşit bir düzlemde algıladığını, sorumluluğun ortak olduğunu, kadının eğitim ve öğreniminin erkeğinki kadar önemli ve değerli olduğunu hissettirir. Okuduğumuz her metninde kadınlara da hayalini kurduğu ruh inkılabının kurucu öznelerinden biri rolünü verdiğini algılamak mümkün. Çünkü değişime uğramasını  hedeflediği toplumsal yapıda insanın inkişafının önünde cinsel ayrımcılık duvarı olmamalıdır.   
 
O yüzden İslam dünyasından kadınlarla yaptığım görüşmelerde, sohbetlerde edindiğim izlenim şu ki, kadınlar Batı kültürüne de nüfuz etmiş ve Batılı değerlerle de olgunlukla yüzleşmiş müfessirlere düşünce adamlarına daha çok rağbet etmekteler. Dünyada insanlık adına üretilmiş hiçbir şeyi yok saymayan, atlamayan, herkesin hakikatine ve birikimine içtenlikle eğilmeyi bilen Muhammed Esed, Ebul Ala el Mevdudi, Seyyid Kutup, Muhammed Hamidullah gibi alimler cazibe merkezi olmuştur. Tefsir sadece tefsir adı verilen kitaplarda değildir. Bu anlamda Şeriati’nin yazdıkları tamamen Kur’anın doğru anlaşılması ve yeniden yaşamın esin kaynağı olabilmesi içindir.  
 
Şeriati Yalnızlığıyla Özdeşim Kurmak
 
 
Uzmanlığın herkesi kendi dar çerçevesine sıkıştırıp bütünlüklü bakıştan kopardığı bir zamanda, Ali Şeriati son hikmet adamlarından biri olarak görülmekte İslam dünyasında. Sosyoloji felsefe dinler tarihi tefsir kelam fıkıh edebiyat müzik sinema gibi birçok konuyla ilgilenen düşünür, hikmetin liyakatli bir taşıyıcısı oldu. Bazen savrukluk bazen serbest çağrışım vardır yazılarında ama en çok anılması gereken kalpleri İnşirah suresindeki gibi genişletmesidir.  
 
Küçük bir çocukken babasının masasındaki bir kitapta rastladığı cümle, “bir mumu söndürdüğümüzde ışığı nereye gitmektedir”sorusu bir anda hepimizin çocukluğunun sorusuymuş gibi bizi ona yaklaştırıp ortaklaştırır.
 
Şeriati bilimsel bir yazının içinde, genelde kadınlara atfedilen aşırı bir duyarlılıkla, genç bir kelebekten, onun hassas antenlerinden sözetmekte, “bir gülün en yüce yerinin neresi olabileceğini” sorabilmektedir. İşte böyle ince ve derin bir ruh, bu hassasiyetle bilginin içinde  yol alabiliyorsa ve geleneksel düşüncenin hayatiyetten yoksun kalmış yanlarını tartışmaya açıyorsa, bu durumun heyecan yaratması, düşünce dünyasında karşılık bulması kaçınılmazdı.  
 
Ondaki sorgulama cesareti birçok sorgulamalara kapı araladı. Kadınlara da cesaret verdi. Demek ki tartışılamaz olarak konulan insani hükümler pekala tartışmaya açılabilir ve verili olanın dışına çıkılabilirdi, hatta tahkiki imanın gereği olarak bu zorunluydu.   
 
Onun yalnızlaşmasıyla bu yüzden kolayca özdeşim kurabildi dindar kadınlar. Modern zamanları Müslüman bir kadın olmayı sürdürerek kavramak ve öte yandan birçok şeye kökten itiraz edecek gücü bulmak hiç de kolay değildi. Çevremde Ali Şeriati okuru olarak bildiğim birçok kadınla yaptığım görüşmelerde kitaplarının hakikate ulaşmada, statükoyu sarsmada, bedel ödemeyi göze almada yüreklendirici etkilerinden sözetmişlerdir.   
 
Tahran’da yaptığı konuşmalar yazdığı yazılar her kesimden büyük saldırılarla karşılaşıyordu. Şeyhlerden biri onun gizli bir sünni olduğunu iddia ediyor, bir başkası memleket için tehlikeli bir solcu olarak göstermeye çalışıyordu. Bir başkası dinsiz bir komünist olduğunu ve halkın inanç ve imanını yok etmeye çalıştığını iddia ederken, kimileri de yazdığı şiirlerle İran’ın dünya çapında tek övgü kaynağı olan eski şiir tarzını yok etmek istediğini ileri sürüyordu(1).
 
Bu durum, kadın meselesinde Kur’anın gösterdiği ufkun çok gerisinde kalan dar ve bunaltıcı açıklamalara karşı koymaya ve insanlık durumunu olabildiğince geniş bir alan açarak yeniden tanımlamaya çalışan kadınları feminist diye yaftalamaya benziyordu.
 
“İslam bir milleti götürüp yerine yeni bir millet getiren tek olay” diyen Şeriati, bu cümlenin işaret ettiği gerçekliği anlatabilmek için birçok konuşmalar yaptı ve deşifre edilerek yayınlanan bu konferanslar büyük sarsıntılar yarattı. İnsanın Dört Zindanı, Dine Karşı Din, Ali Şiası Safevi Şiası, İslam ve Sınıfsal Yapı, Muhammedi Tanıyalım, Hacc, Fatıma Fatımadır tamamiyle ezber bozan kitaplardır. Kadınlar hakkındaki düşünceleri, alışılagelenin sorgulanmadan sürdürülmesinden yana olan mollalarla arasında derin çatlak oluşturmuştur mesela.  
 
Fatıma Fatımadır Kitabı
 
Kitabın başındaki açıklama bölümünde “kadının çağdaş sorunlarına” eğilmenin zaruretini gördüğü için Hüseyniye-i İrşad’daki bu konuşmayı hazırladığını söyler. İçinde yaşadığımız toplumda ne kendilerine miras olarak intikal eden geleneksel biçimi kabul eden ne de zorla kabul ettirilmek istenen yeni ithal kişilik modeline teslim olmak isteyen büyük bir kadın kitlesinin mevcudiyetini görmüştür. Bu kadınların kendilerini geliştirip duruşlarını netleştirmeleri için ideal bir örneğe, rol modele ihtiyaçları olduğunu düşünerek onlara Fatıma’yı anlatmak ister. Fatıma için gözyaşları döken, merasimler yapan, matem tutan insanların onu günümüz şartlarına göre yeniden okuması ve anlaması kaçınılmazdır. O saflığını temizliğini toplumdan soyutlanmadan muhafaza etmiş ve öncülük etmiştir.
 
“Kapalı kutular içinde yaşayan insanın kişiliğinin güçlendiğini iddia etmek oldukça zordur. Ömrünü dört duvar arasında geçirmiş, topluma ve bireylere müdahale hakkını ve gücünü yitirmiş, konuşma hakkı yok edilmiş bir kadın, toplum denizinde sadece boğulur. Müdahalelerin, isyanların, basitliklerin ve tartışmaların yoğun ortamında yok olup gider. Toplum denizine dalan genç kız gayretle, şevkle, inatla yüzmeye çalışır ve mücadelesini yoğun bir şekilde sürdürür. Sorunlardan ve sorumluluklardan ürkenler ise kontrolünü yitirir, boğulup gider” (2)
 
Fatıma’nın kısa ömrüne sığan büyük devrimin bütün süreçlerinde gösterdiği metanet basiret ve verdiği olağanüstü katkılar incelikle analiz edildikten sonra kitabın son cümleleri Fatımanın şahsında kadınlara nasıl bakılması gerektiğinin tam bir özeti gibidir. Bir kadının müstakil biricik varlığını teslim eder.
 
Fatıma, Hz.Hatice’nin kızıdır demek isterdim, fakat anladım ki, Fatıma o değil. Fatıma Muhammed(sav)’nin kızıdır demek isterdim, ama anladım ki Fatıma o değil. Fatıma Hz. Ali’nin eşidir demek isterdim, fakat anladım ki Fatıma o değil. Fatıma Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesidir demek isterdim, fakat anladım ki Fatıma o değil. Fatıma Zeynep’in annesidir demek isterdim, ancak yine fark ettim ki Fatıma o değil. Hayır bütün bunlar doğrudur ve bunların hiçbiri Fatıma değildir. Fatıma Fatıma’dır”(3)
 
Kitapta Avrupa’da tanıştığı ya da çalışmalarından haberdar olduğu birçok kadına da övgüler vardır. Onaltı yaşında Afrika’nın Nubi Çölüne giden Avrupa’lı bir kızdan sözeder. Hastalık ve ölüm tehlikelerine aldırmadan, ilkel koşullarda yıllarca çalışarak karıncaların dillerini keşfetmiş, haberleşme işaretlerini öğrenmiştir. Batılı kadınlar örnek alınacaksa, çok önemli felsefi araştırmalar yapan, eserler ortaya koyan madam Guashan, radyoaktiviteyi keşfeden madam Curie, başka bir dine mensup olmasına rağmen Hz.Ali’yi dünyada en iyi anlayan ve yazan İsveçli genç bir kız olan Resase Du la Chahpele gibi kadınlar vardı. Don Juan’lar için birer oyuncak olan, erkeklerin arzularının dişi köleleri olan kadınlar değil(4).       
 
Görüşleri kadının müstakil ve bireysel varoluşunu net bir şekilde kabul eden Kazan’lı alim Musa Carullah ile örtüşmektedir. Şeriati’nin yeni doğduğu zamanlarda Hatun adlı önemli kitabını yayınlayan Carullah’ın(1875-1949) eserinde kadını cinsel kimliğine, ailevi aidiyetine  kapatmak isteyen zihniyetler kıyasıya eleştirilir ve İslamın adil doğası gereği erkek ve kadının insani boyutuyla eşitlendiği ortak varoluş ve gelişme düzlemi yeniden kurulur. Hatta kadına benzersiz, eşitliğin de ötesine geçen bir kıymet atfedilir. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılığın toplumsal ve kültürel bir farklılığa dönüştürülmesine buradan ayrımcı bir yaklaşımın üretilmesine ve bunun bütün dünyanın ortak problemi olmasına dikkat çeker. Örtünmenin baskı aracı haline gelmesine, gerekçelendirilirken fitne fesat söylemine başvurulmasına şiddetle karşı çıkar ve “varsa fitne, erkeklerin gözlerinde, kalplerinde ve dillerinde bulunur. İlle de tedbir almak gerekiyorsa, erkeklerin gözlerine nikap, kalplerine adab, dillerine ikap lazım gelir”der. Hatta birçok insanın erkek feminist olarak suçlamaya çalıştığı Kasım Emin’in(1863-1908) Kadının Özgürleştirilmesi adlı eserindeki görüşleri destekler(5).
 
Kasım Emin de bu görüşlerini Mısır’da eğitim halkasına katıldığı Muhammed Abduh’tan  (1845-1905) etkilenerek geliştirmiştir. Abduh’un kadın meselesi üzerine yazdığı risaledeki(6) hakkaniyetli ve geniş yaklaşımları özellikle Mısır’da Melek Nazif gibi kadın hareketinden  ünlü kadınların İslamdan kopmadan tersine referans alarak yol almalarını, eleştirilerini sadece kötü ve yanlış pratiklere yöneltmelerini sağlamıştı. Böyle alimler olmasaydı birçok kadın 1923’de bir gösteriyle başörtüsünü Akdeniz’e atan, İslamla daha radikal bir kopuş yaşayan Hüda Şarawi gibi bir çizgiye savrulabilirlerdi. Bu noktada Abduh, Carullah ve Şeriati’yi aynı çizginin devamı olarak görmek mümkün.
 
Şeriati’nin Rüyasındaki Kadın
 
Erkek çok iyi, kadın çok fedakar, birlikte çay içiyorlar yazıyorlar kitap okuyorlar ve konuşmalar dinliyorlar. Çocuklarıyla birlikte tek tek ilgileniyor, başka işlerle uğraşırken bile  birbirlerinden bir an bile gafil olmuyorlar”(7). Hayat arkadaşını böyle tasavvur eder.   
 
Böyle birlikte okuyup yazabileceği bir kadının özlemini çekmek şimdi genç Müslüman erkekler arasında bile çok yaygın bir hal değildir. Cinsellik etrafında dönüp dolaşan paylaşımlarla yetinmeyip entelektüel düzeyde arkadaşlığı da talep etmek hala nadide bir durum. Kaldı ki Şeriati’nin döneminde böyle talepler batılılaşmış, İslamla arasına mesafe koymuş erkeklerden gelirdi daha çok. Kadınların entelektüel aklına fazla ihtiyaç duyulmazdı İslam dünyasında. Kültürlü kendini geliştirmeye yönelmiş kadınlara kuşkuyla bakılır evlilik için elverişli görülmezlerdi ki bu önyargılar günümüzde de kırılmış değil. Erkeklerin hayata konformist yaklaşımları bu konulardaki zihniyet değişimine geçit vermemekte.     
 
Ali Şeriati eşine birikimini artırması, Fransızcasını geliştirmesi için emek veriyordu.  Puran hanım bir söyleşide bunu şöyle açıklar : “Eşim aydın fikirli, okuma ve araştırmayı çok seven bir kişiydi. Eşimle üniversitede aynı sınıftaydık. Ali Şeriati düşünce ve fikir olarak benden ve sınıftaki bütün arkadaşlarından çok daha ileri seviyedeydi. Eğitimime çok önem veriyordu. Paris'e gittiğimizde oğlumuz İhsan daha yeni doğmuştu. Eşim, Fransızca öğrenmem için beni dil kursuna gönderir, evde oğlumuz İhsan'a bakardı. Derslerimde de bana sürekli olarak yardımcı oluyordu. Eşim kültürlü olmama çok önem verirdi. Bazı günler yemek yemeden önce masayı güzelce süslerdim. Eşim yemek masasını süslenmiş olarak görünce; Lütfen zamanını bu tür şeylerle harcama, masayı süslemeye ayıracağın vakti, kitaplara ve bilgiye vermeni tavsiye ederim" diyordu”. (8)
 
Paris’e geldiklerinde şehir büyük düşünürlerle doluydu, düşünce ve edebiyat dünyasında Camus, Beauvoir, Aron, Sartre, Merleau-Ponty gibi devlerin ateşli tartışmaları sahne alıyordu. Şeriati de bunun müstesna bir durum olduğunun farkındaydı. Çağı derinlemesine anlamaya ve anlatmaya kendini o kadar adamıştı ki, bu misyonuna uygun bir aile hayatını paralel olarak götüremediği için zorlanıyordu. Yalnızlık Sözleri’ndeki kimi cümlelerden Şeriati’nin kendini ne kadar merkeze koyduğu, misyonuna ne kadar inandığı açıkça görülebilir.  
 
Eşinden sözederken Allah’a yaptığı duada,  beni Musa onu Harun kıl. Beni İsa onu st. Paul kıl. Beni Muhammed onu Hatice kıl demesi ilginçtir.
Ona okuyup yazabilmesi için fırsat yaratan, bütün hizmetlerini hakkıyla yapan, dört çocukla uğraşırken yeterince kendini geliştirmeye vakit ayıramayan eşini biraz suçlayan ifadeleri ise düşündürücü. Hatta şöyle diyor günlüğünde : “O benim aile saadetine, huzura, mutluluğa, dostluğa ve aşka ihtiyacım olmadığını bilmiyor”. Peki böyle konuşan eşi Puran hanım olsaydı Şeriati tolere edebilir miydi bütün bunları.  
 
Şeriati’nin ablası da onun ev işleri kadın ve çocuk gibi laflar etmesine hayıflanıyordu zaten. Cünkü o seçilmiş biriydi ve bu süfli işlerle uğraşmamalıydı. Bu noktada o evini çalışmaları yüzünden ihmal eden bir erkek olarak çok acımasızca özeleştiri yapıyor, dünyada evden daha ümit vadeden yer olmadığını söylemesine rağmen eşine gereken ilgiyi gösterememekten üzgünlüğünü dile getiriyordu. Bütün bunlar gösteriyor ki karmaşık duygular içinde kalbi ve zihni parçalanıyordu(9). Cins ayrımı yapmadan söylemek gerekirse bu durum dünyayı üst bir bilinçle anlamaya ve anlatmaya çalışan bütün insanların ezeli dilemmasıdır. 
 
Kadının Yerine Dair Eleştiriler
 
İçinde yaşadığı toplum tipik bir “batılılaşma” toplumudur. Bir yandan modern paradigmaların etkisi altındaki entelektüeller için bütün değerler alt üst olmuştur ve okumuş insanlar, sanatçılar, öğrenciler, akademiden insanlar arasında dine inanmamak bir medeniyet göstergesi haline gelmiştir, öte yandan da kendilerini İslam içinde tanımlayanlar, geleneği muhafaza adına derin bir taassup içinde kadını muhafazaya yönelmiştir.
 
Erkek olmanın dışında hiçbir fikri ilmi ve ahlaki özelliği olmayan bir adam, ilmi bir toplantıya katılmakla yetinmez, emir yağdırma, rehberlik yapma, ahkam kesme hakkını da kendinde görür. Aynı kişi bütün kadınları, görmediği, tanımadığı ve anlayamadığı halde sadece kadın oldukları için herhangi bir ilmi veya dini toplantıya katılmalarını uygun görmez ve onlara ders dinleme hakkını bile vermez. İcabında bu erkek esnaf; kadın ise öğrenci, sekreter ya da doktor olabilir. Ancak bu yaklaşım, dine dayalı olarak ortaya konunca, mümin bir erkek, kendisini bütün kadınlardan daha çok hak sahibi ve akıllı görür. Sanki din ve İslam, sadece erkekleri ilgilendiren hususlardır ve erkeklerin izni olmadan, daha akıllı daha eğitimli olsalar bile kadınlar herhangi bir hakka sahip değillerdir. Sadece dinlemeleri düşünmeleri anlamaları ve kendilerine sunulan seçenekler arasında tercihte bulunmaları gerekmektedir... Mademki kadındır, o halde eve kapanmalı”(10)
 
Konferanslarını kadınlara da açan Şeriati’ye göre, bu gibi toplantılarda kadınların erkeklerle oturmasına, bazı kadınların saç tellerinin görünmesine ağır eleştiriler gönderenler, neredeyse konferansların bütün muhtevasını sırf bu yüzden mahkum edenler, ne Kur’anı ne de çağı anlayamamış insanlardır. “Dini bir meclise gittiğin zaman meclisin en kötü yerinde kadınlara tahsis edilmiş bölümde erkeklerden uzak bir şekilde oturman gerekir. Zira senin konuşmacıyı görerek izleme hakkın yoktur”denmektedir genç kadınlara.
 
Oysa ben sadece kadın olmak gibi affedilmez suçumdan dolayı, yüksek tahsil görmüş, ilmi ve dini incelemeler yapmış, hayatı ve keyfimi din, insani erdemler ve toplum hizmeti uğruna harcamış ve örtünmüş olsam bile yine de dini bir salonun ardiyesine atılır, din adamları tarafından susturulurum. Yine de önümüze boydan boya siyah perde çekilir, böylece örtü içinde olduğumuz halde başka bir örtü altına daha alınmış oluruz.” diye yakınır genç kadınlar adına. (11)
 
Kadın Erkek Düzleminin Eşitlenmesi
 
Ali Şeriati’nin yurt dışında eğitim gören genç kadınlara yazdığı mektuplar önemli. Şehit eşlerine yazdığı mektuplar da.
 
Şeriati’nin kitaplarına tam olarak aşina olanlar görürler ki Fatıma ve Zeynep aynı zamanda erkekler için de önemli bir örnekliktir. Ali ve Hüseyin’de ise kadınların da özdeşim kurması gereken yönler vardır. Zeynep ve Fatıma’nın kişiliklerinde açığa çıkan kırılgan ama güçlü hal onların ince ve zarif kadınlık özellikleriyle hayatın yüce hedeflerine yönelmelerine, bunun için zorluklara katlanıp mücadele etmelerine engel olmamıştır. Bu rolleri kuşanabilmek için evin dışına taşan dünyayı anlama zorunluluğu var. Bu yüzden kadınların önüne sürülen kadın erkek çatışması gibi paket konuları aşamayıp gelişmelerin peşinden sürüklenmeleri yerine  temel insani yolu izleyen kadınlardan olmaları gerekir.  
 
Şeriati mektuplarında şimdiki zamanın Hüsrev ve Şirin’i, Romeo Jülyet’i, Leyla vü Mecnun’u olmaktan bahsediyor, kadınlara yeni bir rol vermeye çalışıyordu. “Kağıt bebekler süslü beden ve yüzlerden ibaret nesneler olmayın” derken, “ama tutucu mollalara da sakın uymayın” demeyi ihmal etmiyordu. Kadınların eğitimine toplumsal sorumluluklarını kuşanmalarına engel olan, ayrımcı ve eşitsiz yaklaşımlara da set çekiyordu böylece(12).
 
Ütopyacı hayalci reformist suçlamalarına hiç aldırmadan geliştiriyordu düşüncelerini. Bir mektubunda anlattığı Mahbube, tam da savunusunu yaptığı, İslam dünyasında görmeyi arzuladığı kadındı. O Şeriati’nin derslerine katılan genç bir öğretmendi ve Mücahidin örgütüne katılarak ülkesinin özgürleşme mücadelesine katılmıştı. Sonra örgüt içindeki ayrışmada Marksistlerin safında yer almış ve polisle girilen bir çatışmada öldürülmüştü. Fatıma ve Zeynep’e olağanüstü bir konum vererek tekrarlanamaz kılınmalarını sağlayan kutsayıcı yaklaşımlara karşı onların güncellenebileceğini, ruhlarına bugün ve şimdi de bürünmenin mümkün ve gerekli olduğunu anlattığı bir mektupta anlatıyordu olayı(13).
 
Artık modern Avrupa’da nasıl ki genç kızlar Jan Darc yerine Brigitte Bardot olmak istiyorlarsa, Batıda gördüklerini taklit etmeye çalışan İran’ın genç kadınları da, Zeynep Fatıma ya da Hatice olmak yerine popüler şarkıcı Guguş gibi olmak istiyorlardı. Erkekler, bedenleriyle varolmaya çalışan, bedenleri için istenen kadınlar yerine, Mahbube gibi idealist kadınlara talip olarak birlikte insanlığın inkişafı için çalışmalıydılar. Süfli birliktelikler yerine böyle güçlü ve ulvi aşklara yönelmeleri gerekirdi. Aksi halde basit ve tüketen bir hayata teslim olmuş, ölü bir hayata yuvarlanmış insanlar, diri ve yaşayan bir topluma öncülük edemezlerdi.
 
Günümüzde de küçük hesaplarla yürütülen gündelik yaşamın, bir merkezden dikte edilen   verili paket mutlulukların insanlık düzlemini çok aşağılara çektiği bir gerçek. Bu konuda kendi zamanından ilginç bir örnek verir Şeriati. Zen-i Ruz dergisinin yazdığına göre 1956’dan 1966’ya kadar on yıl boyunca Tahran’da makyaj malzemeleri tüketimi ve bununla ilgili kuruluşlar beş yüz kat artmış. Bu konudaki rakamların, ülkesinin, dünyada bu malzemelerin en fazla tüketildiği yer olduğunu gösterdiğini söyler.
 
Mahbube ise bütün bu dünyevi kazanımlar ve haz peşindeki kadınlara karşılık, kendisi gibi soylu hedeflere yönelen sıra dışı bir erkekle yan yana insanlık mücadelesi verebilen biri. Batılı bir süs bebeğine dönüşmeyi reddetmiş, kendini aşk ihlas ve iman için feda etmeyi kabul etmiştir. O tarihi ile yeniden bağ kurabilir, kendi kültürüne dönebilir. Batı kültürüne de  yeterince hakim bir kadın olduğundan, dayatılan olguların üzerine çıkıp özgürce fikir üretebilir. “Çok hakir çok normal çok isimsiz bir insan olarak, yaşamak için mutlu olmak için sandviç yemek için televizyon seyretmek ve günün kadını olmak için yaratılmış gibi görünen bir kız, aniden beşer tarihinin en güzel en üstün en yiğit devrimci şahsiyetlerinin yanında yerini alabilir. Din böyle bir imkana böyle bir yeteneğe sahiptir”. Örnek Mahbube.
 
Başka bir mektupta ise yine Mahbube’yi kastederek, sen ey kadın ! erkeklik senin üzenginde delikanlılık öğrendi demekte. Balçıktan yapılmış hayatın bataklığından filizlenen nilüfer olarak görür onu. Yaşam kalitesini, insan olmanın çıtasını yükselttiğinden sözeder.
 
Şeriati çok sevdiği kızları Susen ve Sara’ya da yine aynı çetin yolu gösterir. Onlara verdiği rol de kardeşleri Hasan’a verdiği rolle aynıdır. İnsanlığın aşkın ve doğru bir yolda ilerlemesine katkı verecek fedakar çabalar. Yaşamın hazzını konforunu süfli hedefleri dünya çıkarlarını hedeflememek. Hatta Hasan babasının bıraktığı asayı alıp onun kaldığı yerden devam etmelidir, yol fırtınalar uçurumlar içinde olsa bile.
 
Puran Şeriati
 
Ali Şeriati 15 Temmuz 1958’de Puran’la evlendiğinde, ailesi bu yüzden neredeyse tekfir ediliyordu. Horasan’dan Tahran’a göçmüş, sonra Meşhed’e yerleşmiş bir ailenin kızı olan gelin, Puran Şeriat Rezavi, nispeten modern bir ailede yetişmiş, üniversite eğitimi görmüş ve fikirlerini serbestçe ifade eden biri olduğu için. Edebiyat fakültesini bitirmiş, Fransızca öğrenmişti. Fakat örtünmeyi istememesi yüzünden Şeriati’nin babası olan din alimi Muhammed Taki için uygun bir gelin olarak görülmemişti.  Çevresinde evlenebileceği geleneksel terbiye almış sayısız kız varken, Şeriati,  birçok erkek kardeş arasında büyümüş, okuması, serbest fikirli bir kız olması için fazlasıyla yüreklendirilmiş neredeyse asi denilebilecek bir kıza talip olmuştu. Puran hanım Eşim Ali Şeriati adlı kitabında, ağabeylerinin kendisinin erken evlendirilmemesi ve tahsiline muhakkak devam etmesi için babalarına her zaman telkinde bulunduklarını belirtir. Şeriati onu, geleneksel anlayışın kadının aleyhine olduğuna inandığını, evliliğin onun ilerlemesine mani olmasına asla izin vermeyeceğini söyleyerek ikna etmiş. Puran hanım bu konudaki bütün sözlerini yerine getirdiğini söylüyor. Okulunu bitirmesi için onu ikibuçuk sene beklemiş. Hatta modern görünümlü ve serbest fikirli bir geline hazır olmayan babasını da bu süreçte ikna etmiş(14). Hayatın her alanında zorluklarla savaştığı gibi, aşkı için de mücadele etmiş biridir Şeriati.   
 
İş büyüyüp çeşitli itham ve karalamalara kadar varınca, hatta tekfir edenler olunca durumu anlamakta zorlanan Puran’a “sen olayın vahametini anlamamış gibisin. Bu yaşadıklarımız diş gösteren gericiliğin korkunç sesidir. Bu cehaletle örülmüş bir gericilik dairesidir. Bu daireyi parçalamaksa esaslara yönelik yeni bir yapılanma istemektedir.”der(15). Puran zaman içinde  kendi kararıyla başını örttüğünü söylüyor.  
 
Şeriati’nin kız kardeşi Betül’e göre de hakikate ulaşmayı, özgürlüğü elde etmeyi ve insanların kurtuluşu için çalışmayı hayatın gayesi olarak telakki etmeyerek, kendi deliğine çekilmiş bir böcek gibi, sadece aile mutluluğunu ve kendi rahatını düşünmeyi zillet bilen, asıl saadetin bu ulvi değerler için mücadele etmek olduğunu bir hayat felsefesi olarak kabul etmiş biriyle evlenmişti Puran. Bu yüzden şanslıydı.
Zaten Şeriati, kız kardeşiyle de yakından ilgilenmiş, onun Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin bir yakını olan eşine de, evlilik öncesi, üniversitede öğrenci olan kız kardeşinin tahsilini tamamlamasına izin vermesini şart koşmuştu.
 
Hiçbir yerde huzur bulamayan Şeriati, takipler, ölümcül tehditler ve zorlu kaçışlar yüzünden evini her zaman ihmal etmek durumunda kaldı. Eşinin bu konudaki şikayetlerine karşılık onu zaman zaman huysuz bir kadın olmakla suçlamıştı. Onun tahammülsüzlüğüne karşı kendini suçlayan bir özeleştiri yaparken, Puran’ın metanetini överken bile“benim yokluğum sende bir boşluk bırakmaz”gibi acı cümleler kurarak sitemini dile getirmekten de geri durmamış. Yaşattığı bütün eksikliklere rağmen dünyada bu kadar sevilen bir kadın olamayacağını yazarak çekilen sıkıntıları hafifletmek istemişti bir bakıma.
Oğlu Hasan’a hitabettiği bir mektupta, Puran benim omuzuma ağırlık yükleyen yazgının yorucu sorumluluğunu kendi omuzuna aldı diye yazmıştı içtenlikle. Böyle çetin ilişkilerin ağır yük altına girenlerin çalkantılı hayatları olması kaçınılmazdır bir bakıma.  
 
Sonuç
 
Şeriati hayatının her anını düşünmeye yazmaya ve yeni bir yol aramaya adamış biri olarak ailesini ihmal etmişti. Bunun için çok acılar çekmişti açıkçası. Birçok kitapta satır aralarında birden çıkar gelir Puran hanıma olan minnettarlığı ve uzak kalmanın üzgünlüğü. Özeleştiri yapar kendini yerden yere de vurur. Yeterince iyi baba ve eş olamadığını, ilgisini ailesine veremediğini, onlara bir ev bile alamadığını söyler. Bu onun en büyük azaplarından biridir. Ama başka türlü davranmak da gelmez elinden. Zindanlar fikir hummaları ve irşat göreviyle doludur bedeni ve ruhu. Bunun dışına çıkmaz, çıkamaz. Bu bir yazgıdır. Dünyevi geri çekilmeler için mazeret değil hakiki bir sebeptir ve yakıcıdır. Hasret onun da içini yakar, ne ki birileri bu işleri görmek zorundadır ve bunu yapmamak kadere karşı koymayı istemek şöyle dursun, düşüncelerini ifade etmenin yol açtığı acılarla başı her şeye rağmen hoştur ve bunun dışında bir hayat onun gerçek ölümü olur. Adanmıştır ve bunun kabul görmesini ister. Hayranlık beslediği kadın profili de okuyan düşünen bedel ödemeyi bilen, baskılarla yasaklarla inandığı gibi yaşamaktan vazgeçmeyen pes etmeyen kadındır.        
 
Şeriati konuşmalarını Hüseyniye-i İrşad’da yapıyor ve bunlar kitap olarak basılıyordu. Puran hanım bu kurumun kapatılışına, Şeriati’nin Meşhed Üniversitesindeki işine son verilişine, ajanlar tarafından tehdit edilmesine, göç, hasret, parasızlık, sürgün, ayrılık günlerine, ilk çocuğu doğduğu gün bile eşinden ayrı olmaya, ev hapsi hicret ve zindana, sonunda biricik kocasının şehit edilmesine tanık oldu, yolu sevgiyle saygıyla beraber yürüdü.  
 
Şeriati bir yazısında hayatının birkaç beş yıllık plandan ibaret olduğunu, hepsinin akim kaldığını söyler. Ne Yapmalı adlı kitabında yapılması gerekenleri listeler halinde yayınlar. İnandığı gibi yaşamış, dünyanın değişmesi için tek kişilik bir ordu gibi savaşmıştır. Moralinin en bozuk olduğu akşamlarda bile sabaha Anka Kuşu gibi dirilerek uyanmış biri.
 
Puran Şeriati onun politik ve siyasal bir devrimden çok, insan ruhunda ve zihinlerde gerçekleşecek bir devrimin peşinde olduğunu, böyle kökten bir inkılap için çabaladığını söyler.
 
Şam’da dikkat çekmeyen arka sokaklardan birinde sükunet içinde yatmakta olan Şeriati, kadınların ve erkeklerin birlikte kurtuluşu için mücadele etmiş biriydi. Fatıma Fatımadır diyerek de kadın hakkındaki bütün tartışmalara son noktayı koymuştu aslında.    
 
 
 
 
 
1-Yalnızlık sözleri, Ali Şeriati, çeviri : Okan Sevinç, Söylem yay. 2001 İst., s.77
 
2-Fatıma Fatımadır, Ali Şeriati, çeviri . İsmail Babacan, Dünya yayıncılık, 1990, İst. sf. 82-83
 
3-a.g.e, sf. 199
 
4-a.g.e, sf. 97
 
5-Hatun, Musa Carullah, kitabiyat yay. 1999, Ankara.
 
6- El –islam ve’l Mer’e, fi re’yi’l İmam Muhammed Abduh, Dr. Muhammed Amma’ra, Müessesetü’l Arabiyyeti Ri’d Dirasat ve’n Neşr, Beyrut, 1980
7-Yalnızlık Sözleri, sf. 97
 
8-- Puran Şeriati ile Röportaj: Adem Özköse, Gerçek Hayat dergisi, 22-28 Şubat 2008, sf.8
 
9-Yalnızlık Sözleri, sf. 103-106
 
10- Anne Baba Biz Suçluyuz, Ali Şeriati, çeviri : Atik Aydın, Bilge Adam yay, 2006, Van, sf.23-24
 
11-a.g.e, sf. 49
 
12- Aşina Yüzlerle(Ailesine ve dostlarına mektuplar), Ali  Şeriati, Fecr yay, 2007, Ankara, sf.207-217
 
13- Ali Şeriati, Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Ali Rahnema, Kapı yay, 2006, İstanbul, sf.455.
‘Şeriati’nin Hasan Aladpuş ve eşi Mahbube Muttehidin’in yası gecesinde okuduğu bir metinde anlattığı kadın. Mahbube, Şeriati’nin konferans ve derslerini hiç kaçırmayan bir kızdı. Eşi Aladpuş da irşadın müdavimlerindendi. Nikahlarını Şeriati kıymıştı. Birlikte mücahidin örgütüne girmiş ve örgütün ideolojik ayrılığında Marksistlerin safına katılmışlardı. Emniyet güçleriyle girdikleri çatışmada öldürüldüler’.
 
*Hüseyniye-i İrşad : Ayetullah Murtaza Mutahhari tarafından kurulmuş bir organizasyon ve bir mekanın adı. Sohbet ve konferansların gerçekleştiği binanın inşasına 1963’de başlanmış. Açılışı 1967’de olmuş. Birçok alimin hatibin dinlendiği İslami meselelerin tartışıldığı kuzey Tahran’daki bu bina, en çok konferanslarını burada veren Ali Şeriati ile özdeşleşmiş durumda. 

Yıldız Ramazanoğlu/Umran Dergisi Ocak 2012