Bu ülkede bir şii ya da İran Devrimi hakkında yazı yazmanın tüm kınamalarını üzerime alarak başlıyorum söze:
Tanımadığım Bir Adam’a Ağladım
İmam öldüğü gün bir dolmuştaydım. İnşaatın insanı hayattan bezdiren o yorucu ve ezici dünyasında bir işçiydim sadece. Başımı dolmuşun penceresine yaslayıp kimselere belli etmeden ağladığımı hatırlıyorum.
Oysa İmam Humeyni’yi tam olarak tanımıyordum! Belki de o gün ağlamama sebep suretinin dedeme benzemesiydi.
İran’da Kum kenti diye bir yerin varlığını, o kentte mollaların tedrisat gördüklerini, dinî birçok isyanın o şehirde başladığını, toprak ağalarından birinin Humeyni’nin Ayetullah babasını Humeyni daha çocukken öldürttüğünü, İmam’ın tek eşli bir evlilik yaptığını, Bursa’ya, ardından Irak’a ve en sonunda Fransa’ya sürgüne gittiğini,15 yıllık bir sürgünden ülkesine devrim lideri olarak döndüğünü bilmiyordum.
O sıralar bildiğim İran-Irak Savaşı ve Salman Rüşdü hakkında ölüm emri verenin İmam Humeyni olmasının dışında ülkemde dini hassasiyeti olan insanlara “İran’a gidin!” yollu kovma sözlerinin yeni yeni nüksettiğiydi.
Vurun İmam’a!
Bugün bile İmam Humeyni hakkında, biyografik bir çalışma yapacak durumda değilim. Ancak, İmam’ın Türk sinemasının o aciz ve çıkarcı ve dini kullanan kirli çehresi yoktu! Daha güçlü, daha vakur, temsil ettiğin gücün farkında bir tavırla bakıyordu dünyaya. Uçağı Paris’ten Tahran’a indiğinde, kabinden çıkıp merdivenin başında duruş anı vardır… O görüntü devrime aç, sömürülmekten bıkmış ve inançlarına hakaret edilmiş insanların hala hafızalarındadır. Bir kurtarıcı, bir sembol, bir çağa aykırı duruş vardır oradan bakışta. Elini havaya kaldırıp selamladığı insanlar Şah’ın kahır gürzüyle hayatları yamulmuş insanlardı.
İmam, imkansız gibi görünenin mümkün olduğunu ispat etti dünyaya. Bu sadece İslam Devrimi anlamında değil; muhalif olan tüm güçler adına bir başarıydı. Direnmenin ve sebat etmenin eninde sonunda galebe çalmak anlamına geldiğini göstermiştir Humeyni. Her ne kadar devrim süreci sürgün ve uzaktan muhalif güçleri birleştirmek üzerine zorlu olsa da asıl zorluk 01-11 Şubat 1979 tarihleri arasında tankların altında can veren insanların çığlıklarından sonra başlamış; ABD destekli Irak ordusuyla 8 yıllık bir savaş süreci başlamıştır. Devrim yapan bir ülke hemen bir savaşa girdiğinde yapılan devrim de büyük risk altındadır. 17 Ekim Devrimi sonrasında Rusya 1.Dünya savaşından çekilmişti “devrimi sağlamlaştırmak” için. İşin ilginç yanı ise İran, savaş sırasında devrimi pekiştirmek zorunda kalmıştır. Hatta devrime 10 yıl süre biçen oryantalistlere inat dünyanın en muhalif devrimi olmaya devam etmektedir.
Mütevazı, Vakur, Sevgili
İmam benim için üç anda canlı bir şekilde karşımda durur.
Bir devlet başkanı olarak, tıpkı bir memur gibi öğle yemeği için evine yürüyerek gelir ve mütevazı bir sofrası vardır. Bu sofrayı İmam ölene kadar yalnız bir kadın hazırlamış ve hayatında çok evlilik olmamıştır.
İmamın odası bir münzevinin odası gibidir. Ruhullah, Ayetullah, Musavi ad ve sanlarıyla bilinen, devrimin hem ruhani hem de reel lideri olan bir insan dünyadan bir göçebe gibi geçmiştir. Zevk-ü safa’ya vakti yoktur.
Orianna Fallaci’yle röportaj yapmayı kabul ettirmiş, inançsız ablamıza çarşaf giydirmiştir! İmamın dizi dibinde oturan o çarşaflı kadının Orianna Fallaci olduğuna kimseleri inandıramazsınız! Ama, Fallaci Tarihle Sohbetler kitabında bunu itiraf eder ve İmam’ın etkileyici kişiliğinden dem vurur.
İlim Tavırdır!
İmam, şah rejimine karşı cesur muhalefetinden dolayı ilmi eserler neşretmeye pek vakit bulamamıştır, diye tarih not düşer. Doğrudur. İmam, ilmi eser neşrinde biraz geride durdu. Ama, hayatı “zalime karşı gelmeyenin imanının zayıf” olacağını ispat etmekle geçti ki “hakkını almak için mücadele etmek” ilmî ve hayati değeri olan bir önermedir. İspatı da vardır.
İmam öldüğü gün ağladım. Belki dedeme benzediği için ağladım, doğrudur. Ama yıllar sonra gördüm ki o gözyaşı boşa gitmemişti. Bu ülkede alnı secdeye değen birçok gence “Yallah İran’a!” “Git mollaların ülkesine!” tarzı gafil sözleri başta akrabalarımız söylemiştir. Ülkesini seven insanlara güya aşağılama yollu söylenen bu sözlere kapitalizmin rahatlığı, faşizmin azgınlığı, ladini olmanın yabanıllığı sinmiştir. Öyle ya “mollalar” bu ülkede kabalığın, görgüsüzlüğün sembolü olarak lanse edilmek istendi. Oysa dünya tarihinde o mollalarla çağ açıp çağ kapayan da bu millet! Akşemseddin, Molla Gürani vd…
Devrim Vacipse Yapan Zaten Yaptı(!)
Evet, bugün İmam öldü. Bugün ezilmiş halklar, sürgün insanlar, hakları gasp edilenler, faşizmin vandallığında, kapitalizmin azgınlığında, sermayenin çarkları arasında, siyonizm kabusunun tam ortasında, demokratik diktatörlüklerin yalanlarında boğulanlar bir daha cenaze namazı kılacaklar; imamsız! Ve her dem bir imam gelse de bizi kurtarsa diye medet umacaklar.
İmam bir daha gelmeyecek. 12 imam toplaşıp gelseler; arkalarına mehdi-yi resul’ü de alsalar anlatacak “yeni bir sözleri” yok aslında. Zira çağa ve modern yanılgılara kendilerini kaptıranlar İmam Humeyni’yi değil En Büyük Devrimci Efendimizi karşılarında görseler(görsek) namaz için saf tutmaktan öteye geçmez(geçmeyiz) sanırım.
Kapitalizm gittikçe yoruluyor. Bir gün pes edecek. Ve biz zannedeceğiz ki meydan “dinlerin sunacağı alternatiflere kaldı”! Hayır efendim; özünde ve yaşamında çileyi, devrimci ruhu yaşamayanlar kapitalizm dönemi bittiğinde “kapitalizmi koruyamadık!” diye ağlaşacak. Korkarım ki bunu en çok yapan yine “bizim mahallemiz” olacak.
Ülkelere imam olmadan evvel nefsimize imam olmamız temennisiyle.
İyi ki dünyadan İmamlar geçti; adı Hüseyin olan, adı Cafer-i Sadık olan, adı Humeyni olan.
Yıllar önce, tanımadığım bir adamın ardından ağlamıştım. Çünkü o adam yalnız kendi için savaşmamış, yok sayılanlar için de savaşmıştı. O adam miskinler tekkesinde uyumayan, tekkeyi ateşe veren bir delilikte, uyutucularımıza karşı uyanık olmamızı öğretti bize. Ve “müslümana yakışan, ilim ve cesarettir” öğüdü kaldı geride…
Kaynak:www.dunyabizim.com