Bu sille adamı yere yapıştırıp sarhoşluğundan uyandırmaz da ne uyandırır? Ne söylenebilir daha? Daha nasıl kalemin ucundan sökülüp kâğıda serpilir kelimeler? Çuvaldızdan bozma bu iğne kime batar? Bizden olan birini bizden güzel kim tanır ve kim eleştirebilir? Eleştirirken “sen şöylesin” demek yerine “biz şöyleyiz” demenin tadı başka hangi el dürtmesinde sezilir?
Dünya koca bir mahalle. Yandaki komşu kapı önünü süpürmemiş, camını silmemiş, çiçeklerini sulamamış. Gözümüz kulağımız komşuda bizim. Biz doğru yaparız, bakmaya ne hacet?! Yandaki komşuyu uyarmak, eleştirmek gibi ulvî bir vazifemiz varken kendi kapımızın önünü süpürmekle vakit mi kaybedeceğiz? Bak bak nasıl da bağırıyor çirkef kadın.
Duyuluyor komşunun sesi. Oysa bizim sesimiz mahalleyi çınlatıyor. Olsun, önemi yok. “Huu komşu. Az sus da dinle hele. Şu kapı önüne bir bak. Çer çöp, pislik götürüyor. Bir süpürge vurmaz mısın? Bir su tutmaz mısın? Nasıl ev hanımısın?” Sonra küçük oğlumuz çekiştirir eteğimizden; “Anne, komşu teyze her gün temizlik yapıyor ama sen kapımızın önündekileri onun kapısının önüne süpürüyorsun. Haliyle pisleniyor kapısının önü.”
Ali Şeriati'nin kitabı da böyle bir etek çekişi gibi işte. Bir çocuğun kıldığımız namazdan, tuttuğumuz oruçtan, gittiğimiz o hacdan haber verişi. Dinin elden gidişini izleyen kapitalist Müslümanların hal ve tavrındaki şuursuzlukları döküyor ortaya. Bizim çocuğumuz gibi, bizden biri olarak yapıyor bunu, cephe alarak değil. Cepheleşmek ancak kâfir-Müslüman arasında olabilir. Müslümanın Müslüman yapabileceği en fazla bir etek ucu çekiştirişidir.
Bu Kitap Kimlere Tokat?
Müslüman bir anne-babanın dünyasından haberler veriyor. Oruçla öğün değiştiren, namazla vakit çekiştiren, hacla otel seçen, Kâbe kadar çarşısını da tavaf eden, “umreye gitmemiş kızı gelin almam” diyen, verdiği zekâtı yedi düvele ilan eden “yeşil Müslümanlar”dan haber veriyor. Takko, Paker, Karmine eşarbının üzerine parti bandajı çekip vicdanını rahatlatan sosyal hanım ablalardan, zafer işareti yaparak katıldığı eylemlerle “feyzbuk”ta pirim yapan bey abilerden, beş yaşındaki çocuğuna “başörtüsü pantolonla da tamamlanabilir” imajı veren modern Müslüman analardan, “bak sana meti çikolata aldım, en sevdiğinden” diyerek eve gelip dışarıda boykot naraları atan babalardan, simit satan çocukla üç kuruşun muhabbetini yapıp, helal-haram dersleri verip kredi kartıyla alışveriş yaparak kapitalistliğini kavileştiren takım elbiseli Müslüman filintalardan, Süleymaniye'de namaz kılıp eve gelince “kızımı Arnavut'a/ Boşnak'a/ Kürt'e vermem” diyenlerden, Eyüb'te kıbleye arkasını dönüp türbeye doğru dua edenlerden... Bize bizden haber veriyor Şeriati.
Göz ucuyla okuyup dudak ucuyla mırıldananların yüksek sesle okuması gereken Kur'anî bakış açısını hatırlatıyor. Tebessümüyle kâfir kalbine bile huy sıçratacak kadar emsal bir Peygamber olan Efendimiz (s.a.v)'den haber veriyor.
Tokat dedim ya... Tokat bu kitap! Kimse rahatlamak için okumamalı bu kez! Ruhunu sıkmak üzere ele alınacak bir kitap. Bir gün özeleştiri yapmak niyetiyle gidilen bir köşede, harfleri görmemizi sağlayacak kadar yansıması yeterli olacak bir ışık altında, can sıkmak üzere okunması gereken bir kitap. Bu önemli kitabın benim elimdeki baskısı Bilge Adam Yayınları tarafından yapılmış. Atik Aydın çevirmiş. Sorunlarımızı gün gibi ortaya döküyor bu kitap kanaatimce.
Hastalık İlerliyor, Musibetimiz Ağır ve Zaman Kısıtlı
(Allah bilir) Bir şehidin kaleminden çıkma bu sözler, üzerimizde hak bırakmayacak kadar samimidir aslında. Evet, kendisi de söylüyor: “Söylediklerim acı, sivri ve inciticidir. Eğer görüşlerimde hakikat payı olduğuna inanıyorsanız, lütfen, bu acıtıcı sözlerimden dolayı beni affedin. Zira maslahata göre konuşmak, insanların hoşuna gider. Yalan, hile ve pohpohlama tatlı, gerçek ise acıdır.” “Hastalığı bir ilaçla uyuşturmak, o hastalığı yok etmez” diyor Şeriati. “Hastalık ilerliyor, musibetimiz ağır ve zaman kısıtlı” diyerek uyarıyor.
Hastalık; dünya ve ahiret yakamızı bir araya getirmeyen, iliklemeyen, uyuşmazlık yumağı bir Müslümanlık virüsüdür. Doğru olanı yaptığımızı sanıp kapıldığımız akımların aslında dinde hiç yerinin olmadığıdır. Bizim bunlara kapılışımızdır hastalık.
Gerçeklik payını göz ardı edip semirdiğimiz o aydınlık din gerçeklerini biatmışcasına bize yok saydıran zamanın, aslında kirli ellerimizin bir sonucu olduğundan malumat veriyor. Bir anne babayken bile “çocuk ne bilsin” deyip duymazdan geldiklerimizin aslında görmek istemediklerimiz olduğuna işaret edercesine; “Anne Baba Biz Suçluyuz” diyor.
Kaynak: Dünya Bizim