Menyu
Modernizm’le Hesaplaşma Çabasında Bir Aydın: Ali Şeriati Portresi / Aydın HIZ
GİRİŞ YAZILARI

Modernizm’le Hesaplaşma Çabasında Bir Aydın: Ali Şeriati Portresi / Aydın HIZ

“Peki aydın kimdir? Tek kelime ile aydın, kendi insani durumunu tarihsel  yerini ve durumunu idrak eden kimsedir.  Kuşkusuz böyle bir bilgi ve idrak çağına karşı ona sorumluluk yükler. Kendini tanıyan bir aydın, kesinlikle çağının insanına karşı sorumludur.”[1]

 

 

 

 

Erken dönem modernleşme teorileri dinin hükmünü tamamladığı tezini önceleyerek, kutsalı hayattan kovup yerine aklı konumlandırmayı planlamaktaydı. Kutsal, göklerde bırakılmalı, düşünce ve yaşamın kendisi seküler algıya teslim edilmeliydi. Tanrı ile insan arasındaki ilişki tersine evrilip, insana bağlı “Tanrı tasavvuru” üzerine inşa edilen yeni teolojinin yükseldiği dönem. Avrupa düşünce tarihinde Aydınlanma olarak tanımlanan bu dönem, hayat problematiğini bütün unsurlarıyla insan aklına teslim ederek bir anlamda akla kutsallık atfetmeyi önceler.  Yeni bir insan ve evren tasarımı inşa eden Batı medeniyetinde ortaya çıkan Aydınlanma düşüncesinin oluşturduğu dinamizm ve teknolojik ilerlemenin Doğu düşünce dünyasında da bir takım izdüşümleri oldu şüphesiz. 19. yüzyıldan itibaren Batı felsefesini takip eden, bu medeniyetin son dönem atılımlarına kafa yoran, modernitenin biçimlendirdiği hayat felsefesini anlamaya çalışan Müslüman entelektüellerle karşılaşmaktayız. Bir kısmı yetiştiği medeniyeti reddederek Aydınlanma düşüncesine eklemlenmeyi seçerken, diğer kısmı daha zor bir zihinsel uğraş içine girdiler. Bir yandan Doğu medeniyetini temsil eden geleneğin tortularını eleştirirken, diğer yandan Batı düşüncesinde mayalanan Aydınlanma fikrine reaksiyon, modern algı ve yorumları içeren bir düşünce sistemi inşa etmeye kalkıştılar. “Çağdaş dünyaya ait bir dil ve duyuşla yeniden anlama ve anlatma” sorumluluğuna sahip bu aydınlar, Batı medeniyetini tanıyarak aşma çabasında bulundular.  Geleneği iyi bilmek kadar,  Batı medeniyetini de büyük boyutlarıyla tanımaya çalışan bu Müslüman entelektüellerden biri de Ali Şeraiti’dir.

 

Şah dönemi siyasi hareketlilikle birlikte, dini kurumlardaki dinamizmin zirve yaptığı evrenin bütün etkilerini üzerinde taşıyan Ali Şeraiti’nin düşünce dünyasında en belirgin faktör yine de kendi kişiliğidir;  melankolik ve şairane bir duygusallık,  irfani keşfe açık bir kalp ve hitabetin şehvetiyle dolu bir üslup…

 

1900’lü yılların başında İran’ın petrol rezervleri üzerinde emperyalist emellerin kurgulandığı bir siyasi yapıyla karşılaşmaktayız.  İngiltere ile Fransa arasındaki çıkar çatışması, savunmacı bir refleks olarak “milli”  tepkilerin oluşmasına zemin oluştururken, kapitalizme karşı da benzer nedenlerle anti-emperyalist reflekslerin belirdiğine şahit olmaktayız.  Genç kuşak entelektüeller ya “Petrolü Millileştirme Hareketi”nde ya da Sosyalist oluşumlar içinde kendilerine yer ararken, daha çok Kum şehrinde konumlanan,  medrese geleneğini temsil eden din alimleri ve Ayetullahlar ise klasik Kelami problemlerin ötesinde güncel soru ve sorunlarla pek de hemhal olmaya niyetleri yoktu. Şeriati’nin yetişmesinde, İran özelinde bu olaylar ve akımlar hakkındaki donanımlarıyla Dünya genelinde modernite ile birlikte ortaya çıkan çağdaş sorun ve çözümlerin de etkilerini taşıdığına tanıklık etmek mümkün. İran’daki siyasi hareketler arasındaki etkileşim ile Güney Amerika’daki Sosyalist hareketler arasında benzerlikler görülebilir. Örneğin İran’daki Tudeh Partisi, Marksist-Leninist çizgisine rağmen din konusunda halkın hassasiyetlerini incitmemek için çaba sarf ediyordu.  Parti, Tanrı’nın varlığı, dinin toplumdaki rolü hatta Marksist düşüncede dinin yerine dair ihtilaflı meseleler hakkında yorum yapmak yerine sosyal adalet, eşitlik, özgürlük gibi konular hakkındaki görüşlerini ön plana çıkarmaktaydı.  Şeriati’den önce İran’da önemli bir başka hareket ise din alimi Kesrevi’nin geleneğe dair yıkıcı eleştirileridir. İki tür İslam’dan bahseden Kesrevi, bunların birbirine muhalif kaldıkları tezini savunuyordu. Mevcut İslam, aynı zamanda bütün felaketlerin de kaynağı olan mollaların idaresindeki dine karşı peygamberin getirdiği din, eşitlik ve özgürlüğün de kaynağıydı.  Mollalara yönelik sert muhalif dili, Kesrevi hareketini akime uğratmış olsa da, kendisinden sonra durağan din anlayışlarına karşı,  eleştirel düşünceleri de mayaladığı söylenebilir. Kesrevi sonrası önemli dini yapılanmadan biri de Hüdaperest Sosyalist Hareketi’ydi. Sosyal adaleti ve eşitliği önceleyen, güçlü dini duyguyu önemseyen ve milliyetçiliği göz önünde bulunduran eklektik yapısıyla üzerinde düşünmeyi hak eden bu dini hareket’in 1. maddesi, üyelerinin Allah’a inanmasını ve ortak bir sosyal ideale, yani Sosyalizm’e bağlanmasını şart koşmaktaydı.  Hareketin kurucularından Şekiblia’ya göre: “İslam, felsefi bakımdan İdealizm ve Materyalizm ekolleri ve ekonomik bakımdan da Kapitalizm ve Komünizm sistemleri arasında yer alan bir ara ekoldü. Bir başka deyişle İslam, felsefi bakımdan Allah’a kulluğa dayanan ılımlı bir Sosyalizm’dir.”[2]

 

“Bütün öğretmenlerinden daha bilgili ve bütün sınıf arkadaşlarından daha tembel bir öğrenci”  portresinin sahibi olan Şeriati’nin babası Muhammed Taki, O’nun hem güncel meseleler içinde yoğrulmasını sağladı, hem de dine fonksiyonel bir yorum getirmesine olanak sundu. Muhammed Taki, hayatını hem İslam’ı savunmaya hem de modern şartlara uygun ve sosyal bakımdan giderek bilinçlenen gençliğin taleplerine cevap verebilecek, “ihya edilmiş” bir İslam’ın ana hatlarını çizmeye adamıştı. İmam Ali’nin Nehcü’l-Belağa’daki  beşyüz hutbeyi ezbere bildiği söylenen Muhammed Taki’nin İslami Hareketleri Yayma Cemiyeti’ndeki konuşmaları, çevresinde dinamik gençlerin toplanmasını sağlamıştı. Günün sosyo-ekonomik sorunlarına dinden hareketle cevaplar sunan buradaki toplantıların müdavimi olarak babasının yanında yer alan Ali Şeriati,  entelektüel azığını ilk buralarda toplamaya başladı. Arkadaşları arasında neşeli ve esprili tavırlarıyla tanınan genç Şeriati’nin iç dünyasında büyüttüğü melankolik kederin bir anlamı olmalı.  Dünya hayatını bir hapishaneye benzetmesini “aşkın olan”ın  kapısını yoklayan,  engin denizlerde kendini arayan bir ruhun çırpınışlarına yormak mümkün. “Duvarın öbür tarafına” geçerek acılarına son vermeyi ifade eden Şeriati’nin kendi dünyasını inşa etmeden önce kendine sunulan dünyayı yıkma çabasının meyvesi “Dine karşı Din” teziyle ortaya çıkmakta. Üniversite yıllarında başlayan varoluşsal sorgulama süreci, Fransa’da devam ederken içindeki fırtınalarla sığındığı liman Mevlana’nın tasavvufi şiirleri olması dikkat çekicidir. “İçki, şehvet ve paranın hakim olduğu bu şehrin saf, bozulmamış ve anlamlı yegane köşesi”[3] olarak gördüğü Montparnasse Mezarlığı’nın ölülerine Mesnevi okurken, kendini dirilten Şeriati’nin hayatındaki keder ve umutsuzluk yerini İran’a döndükten sonra daha fazla aksiyon ve dinamizmle dolu konuşmaları ve konferanslarına bırakmıştı.

 

Modernist Müslümanların referans edindikleri yerli ve yabancı düşünce sistemleri içinde kendilerine yeni kulvarlar aralama uğraşlarını, çağdaş sorunlara dinden hareketle cevap üretme çabasına yormak gerekli. Modernizme reaksiyon şeklinde beliren bu düşünsel çabaların beslendiği kaynaklar da doğal olarak Modernizm’dir. Şeriati’nin soluduğu entelektüel ve kültürel atmosfer Sosyalizm, Varoluşçuluk ve İslam üçgeninden meydana gelir. Avrupa’da işçi hareketlerini, eşitlik ve özgürlük fikirlerinin bütün dünyayı kuşattığı dönemde Şeriati de çağın ruhu dediğimiz eşitlik ve özgürlük kavramlarını dinden hareketle yorumlar. İran’ın içinde bulunduğu siyasal hareketler Sosyalist fikirlerin haklılığına gerekçe oluştururken, Paris’te ve bütün dünyada solun değerleri, kendisine politik bir alan aralayan imkanları yaşamaktaydı. “Sağcı bir paradigma” ile dini güncellemenin imkansızlığına inanan Şeriati, “Sosyolojik yöntemlerden faydalanarak, Müslümanlığın sağcı kategori içinde sığmayacağını kanıtlamaya dönük bir açıklama çabası içinde sürdürüyordu çalışmalarını.”[4] Sosyalizm’den etkilenen Şeriati, Marx’ın ekonomik sınıflarına karşı dini sınıfları esas alan sosyolojik yorumlar yapmakta birlikte, özellikle Proudhon’un “Ahlakçı Sosyalizm” tezini İran’daki konferanslarında sık sık tekrarlar. Ulemanın ve kitlelerin statik din yorumlarına muhalif, hakiki, devrimci ve ilerici bir din tasavvurundan bahsederken Sosyalist jargondan beslenen bir dil geliştirir. Mesajını anlatmak için modern doktrinlerin işlediği belli başlı fikir ve temaları içeren yeni bir üslup ortaya koyar. Zaman içinde formelleşen geleneğin tortularına muhalif tavrın arka planında, varoluşsal kaygı taşıyan Şeriati’nin arayış sürecini görmek gerekli. Geleneksel din anlayışının “sorumluluk” vurgusuyla daraltarak sıkıştırdığı beyinleri devrimci bir karakterle -“özgürlük” teolojisine iman etmeye davet ediyordu O. Peygamber sonrası oluşmuş geleneksel din anlayışı- Modernizm’in sorularına cevap üretmesi bir yana, genç Şeriati’nin varoluşsal kaygılarını bile absorve edecek bir anlam sunamaz. Bundan dolayı Şeriati’nin beslendiği önemli kaynaklardan biri de varoluşçu felsefedir. Bir dönem kendi imanını sarsan sorular ve delirtici belirsizlikler için yalnızlaşan Şeriati şunları yazacaktı: “Ah yüce Allah’ım, varsan da yoksan da şimdi sana çok ihtiyacım var, tek ihtiyacım olan şey Sen’in var olman.”[5] Melankolik ruh halinin baskın olduğu anlarda, dışarıya mahrem, buhranlar içinde ölüme övgüler düzen şiirler kaleme alır. Acılı bir vicdan muhasebesi ve Tanrı’nın varlığına dair şüphelerle geçen anlam arayışı Şeriati’nin irfani  tecrübeye kapı aralamasına da olanak sağlar. O’nun Jean-Paul Sartre, Jacgues Bergue, Kafka ve Shouppenhaur gibi varoluşçularla düşünsel paralelliği, onlarla kurduğu iletişimin entelektüel düzlemin ötesinde kaynağını hayattan alan derin sorgulamalarına dayanır. Bir Müslüman düşünür olarak Şeriati’nin iç dünyasında suyunu akıttığı dere, İslam’ın engin deryasından beslenmekteydi. Debisi yüksek bu suların, geleneğin tortularını söküp atması için Şeriati tarafından çağlayana dönüştürüldüğü benzetmesini yapabiliriz. Çoşkun ve lirik bir üslupla yaptığı konuşmalar, dinleyicileri adeta büyülemekteydi. İslami kavram ve olgulara modernist, felsefi ve  sosyopolitik analizler yaparak, bu kavram ve olguları geleneksel bağlamından koparır. Peygamberimiz zamanında yaşanmış tarihi olaylara ve kişilere bugünün dilini konuşturarak, Modernizm’in sorularına cevaplar üretmeye çalışır. Hicreti peygamberin hayatında tarihi bir olaydan ibaret görmez; medeniyetin doğuşuna etki eden evrensel bir ilke olarak hicrete sosyolojik bir olgu gözüyle bakar. Bir başka örnek ise Ebu Zerr’dir. Şeriati tarafından romantik bir devrimci şeklinde sunulan Ebu Zerr, azmi ve asi tavırlarıyla adeta yerli bir Che Guevara portresiyle ortaya çıkar. Hz.Hüseyin direnişin sembolüyken, Zeynep zulmü anlatmanın ve anlatarak diriltmenin adı olmakta. Şeriati’nin yeni bir İslami sosyo-politik bilinç yaratma çabası, İran’da özellikle üniversiteli gençler arasında karşılığını bulur. Verdiği konferansları kayda alan gençler, sonra bu kayıtları çözümleyerek yazıya aktarmasıyla Şeriati külliyatı ortaya çıkar. O’nun gayesi insanları dinlerinin kaynağına götürmek, onun tarihsel değişimini yorumlamak ve çağdaş dünyadaki anlamı ve rolünü izah etmekti.  Modern, uygulanabilir ve özgürleştirici bir İslam’a giden yolda entelektüel bir meşale olarak Şeriati, klasik İslami kavramlara dinamik, radikal ve son derece siyasileşmiş yeni yorum ve tanımlar getirir. Şia’nın “karizmatik lider” tasavvurunu ön plana çıkaran velayet ve imamet teorisinin geleneksel yorumlarını devre dışı bırakan, bireysel bilinci önceleyen bir yorum sunar. Edilgen, muhafazakar ve statükoculuğun bütün izlerini silip,  dinamik ve idealist bir ruha evrilmeyi hedeflemekteydi.  O’nun bazı tarihi ve dini hadiseleri revizyonist bir tarzda ele alması İran’da dinin ne’liğine dair tartışmaları da beraberinde getirdi. Geleneksel vaizler ve Ayetullahlar,  Şeriati’yi yabancı üniversitelerde eğitim aldığından dolayı, küstah bir “fukuli” (kravat takan kimse) olarak görüyorlardı.

 

Asırlar boyunca ulemanın şekil vererek yaydığı klasik İslami kavramları yeniden tanımlama ve kurma teşebbüsünde Şeriati’nin ortaya koyduğu İslami tarih felsefesinde Marx’ın izlerini görmek mümkün. O’nun Ekonomik sınıflara karşı “inanç sınıfları” tezini savunur ve bu sınıfın tarih boyunca kitlelerle Tanrı arasında ilişkiyi tayin etmek için bir aracı olarak ortaya çıktığını belirtir. Yeni bir sosyoloji ve tarih felsefesi kurma çabasında bulunan Şeriati’nin biraz da acelesi vardı. Modernizm’e cevap üretemeyen geleneksel İslam’ı yapıbozumuna tabi tutmanın ötesinde, çağa uygun yeniden inşa etmenin sorumluluğunu hissediyordu. Bundan dolayı Şeriati’nin,  Modernizm’e karşı ürettiği cevap yine Modernizm’in aklını temsil ediyordu aslında.  İslami doktrinlere getirdiği sosyolojik yaklaşım diyalektik zıtlığa dayanmaktaydı. Tarihin başlangıcından beri iki büyük güç arasında daimi mücadele vardı. Habil ile Kabil’in kavgasıyla başlayan sürecin bugünde devam ettiğini belirtirken zorunlu olarak Determinizmi kabul ediyordu.  Şeriati’nin diyalektik bir zıtlık olarak açıkladığı “Dine Karşı Din”  tezinde esas mücadelenin Müslümanlarla inanmayanlar arasında değil, Müslümanlarla zalimler arasında olduğunu belirtir. İnsanın yaratılış sürecini İlahi kaynaklardan hareketle açıklarken, Allah’ın insanı yaratmak için balçık çamurunu almasını “tez”, ona kendi ruhunu üflemesi “antitez”, bu iki çelişki arasındaki sürekli savaştan; Allah’a doğru gidiş yolunda kemal, hareket, mücadele ve sorumluluğun doğmasını da “sentez” olarak ele alır.[6]  O’nun Sosyalizm’den ödünç aldığı diyalektik yöntem, tavır olarak dinin de ideolojik bir yoruma kaymasına neden olur.  Marx ve Hegel felsefesinin önemli argümanlarından “yabancılaşma” kavramını dini terminoloji içinde başka anlamlar yükleyerek kullanır.

 

Batı modernleşmesinin Doğu ve Müslüman toplumlar için bir yıkım olacağını gören Şeriati,  modernite yerine medeniyeti önceleyen bir fikir ileri sürer. İdeolojik bir algı ve duyuma denk gelen Modernizm, diğer toplumların Batı’yı taklit ederek medenileşecekleri iddiasını taşımakta. Modernleşme, “giyim-kuşam, yaşam biçimi, tavır, sosyal biçim, görgü kurallarını teşhis etmeden, ayırmadan, seçmeden, maymunca olduğu gibi Avrupa’dan taklit yoluyla aktarma”[7] şeklinde belirmesini eleştiren Şeriati,  kendi medeniyetinin unsurlarını çağın algısına söyletmeyi denemiştir. O’na göre medeniyet; “İnsani öz bilginin oluşması, sorumluluk duygusu, kültürel birikimin ölçülülüğü, düşünsel, itikadi ve bağımsız bir sıçrama, özgün kişilik, yaratıcı yetenek, yeterlilik, seçme ve ayırt etme gücü, ortak eylem ruhu, teşhis ve yazgıyı değiştirme istek ve yapıcılığıdır.”[8] Kendi medeniyet kodlarıyla büyüyen ve gelişen, dinamik ve özgürleştirici bir gaileyi benimsemiş aydınların halkı uyandırmasıyla Batı medeniyetinin modern tüketiciliğinden kurtulabileceğimizi söyler. Kendi benliğini unutarak tüketim ve yaşama tarzında empoze edilen modernleşmeye karşı özümüze dönmemiz gerektiğini vurgular.

 

Kimine göre “Batı ile Doğu arasında sıkışmış kayıp ruh, kimine göre ideolojik yanılmaları benliğinde yaşayan bir entelektüel, kimine göre ise Batı’yı bilimsel kriterlerle Müslüman ve Doğulu kalarak incelemiş kompleksiz bir aydın”[9] “Takva sahibi olmak için, kendini manastıra kapatan bir rahip olarak değil, alana etkin bir şekilde girerek, insanların sorunlarına bütün ağırlığınla eğilmelisin”[10] diyen bir aydın biçiminde kendi çağının algılarını ve sorunlarını önemseyen öncü bir Modernizm eleştirmeni olarak Şeriati’nin de başvurduğu yöntem Modernizm’in kendi yöntem ve diliydi.  O’nun kullandığı dil, Çağın bütün sorunlarını sağaltacak vicdani sorumluluğu ifade eden, ötekine dair empati duyguları gelişmiş, yalnız ve kekremsi bir üsluptur: “geri kalmışlıktan, maddi zayıflıktan, kültür yoksunluğundan, okuma yazma bilmemekten ve ekmeksizlikten acı duyuyorum… fikri perişanlık, ruhsal hastalıklar, felsefi ümitsizlik, yalnızlık, yirminci asrın getirdiği tüm sapmalar ve fesatlardan acılar çekmekteyim”[11] 

 

Çağının sorumluluğunu yüklenmek isteyen, kendi çağında yaşamayı hissedenlerin sorularına cevaptır Şeriati; Modernizm’e hızla ve aceleyle verilmiş bir cevap. İçe kapanmayı reddeden bir tavır geliştirirken Doğu’nun hikmetiyle Batı’nın aklını mezcetme çabasında bulunan emekçi bir aydın. Dünyanın akışına reflekssiz ve duyarsız mukaddesatçılık yerine, özgürlükçü ve devrimci bir dilin sahibini İran’ın istihbarak örgütü Savak,  İngiltere’de de O’nu rahat bırakmadı. Şehit Şeriati’nin Şam’da mezarıyla Kerbela şahidi Hz. Zeynep’e komşu olmasının da bir anlamı olmalı. 80’li yılların tercüme furyası içinde çok okunan yazarlardan biri olan Ali Şeriati’yi bugün daha yerli ve eleştirel bir bakış açısıyla yeniden okumak, yeni çözümlemeler yapmak şüphesiz başka ufuklara açılmamızı sağlayan bir kapı aralayacaktır.

 

 

Kaynak: Kertenkele Dergisi

 

 

 

[1] Medeniyet ve Modernizm, Ali Şeriati. Çev: Ahmet Yükseloğlu, Bir Yayıncılık,1985,İstanbul. S.130

[2] Ali Şeraiti –Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi- Ali Rahnema. Çev:Zehra Savan Kapı Yay. 2006. s.44-45

[3] Age s.130

[4] Doğudan Dergisi, Cihan Aktaş, 2009. sayı:9

[5] Ali Şeriati. s.209

[6] Öze Dönüş, Ali Şeriati, Çev:Kerim Güney, Kitabevi, 1999 İstanbul s.458

[7] Age. s.112

[8] Age. s.51

[9] Ertuğrul Cesur, İslamiyat Dergisi. C.5 sayı:2 Nisan-Haziran s.69-70

[10] Hacc, Ali Şeriati, Çev: Fatih Selim. Bir Yay. S.50

[11] Biz ve İkbal. Ali Şeriati. Çev:Ergin Kılıçtutan. Bir Yay. İstanbul s.17