Dr.Ali Şeriati (1933-77), yazıları ile entelektüelleri etkileyen, bu insanları, Şah’a karşı başkaldırmağa teşvik edip cesaretlendiren aydın bir Müslümandı. Dindar bir aileden gelmekteydi. Babası Meşhed’de önde gelen hocalardan biriydi. Eğitimini tamamlamak için Sorbonne’a gitti. Daha sonra İran’a dönüp ders vermeğe başladı. Yurt dışında öğrenci iken politik faaliyetleri olmuştu. Bu yüzden İran’a döndüğünde tutuklanıp hapsedildi. Daha sonra serbest bırakıldı. Meşhed Üniversitesi’nde ders vermeğe başladı. Derslerine karşı gösterilen aşırı ilgi hükümeti rahatsız ettiği için, işine son verildi. 1967 senesinde Tahran’da «Hüseyniye-i İrşad»a katıldı. İslamiyet’le ilgili olmak üzere dersler veriyor, kitaplar yazıyordu. Derslerine karşı gene büyük bir ilgi uyandı. 1973 senesinde yaz sömestrinde dersine kayıt için başvuran öğrenci sayısı altı bini bulmuştu. Bu ilgi Savak’ın dikkatini çekti. Yazılarında doğrudan doğruya rejime hücum etmiyordu, çok zekice ve kolay anlaşılmaz imalarla rejimi iğneliyordu. Savak, Şeriati’nin yazılarında anlatmak istediklerinin yorumunu bir Müslüman ilim adamları grubundan istedi. Gelen rapor, Şeriati’nin «Müslüman Marksist», «Baha’i» ve «Mürted» gibi etiketlerle damgalanması sonucunu doğurdu. «Hüseyniye-i İrşad» kapatıldı. Dr. Ali Şeriati için tutuklama emri çıkarıldı. Saklandı. Savak, Şeriati’yi bulamayınca yerine yaşlı babasını tutukladı. Bunun üzerine Şeriati teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Hapsedildi, işkence gördü. Serbest bırakılmasından sonra ders vermesi ve yazı yazması yasaklandı, 1977 senesinde İngiltere’ye kaçtı ve aynı yıl Londra dışındaki evinde ölü olarak bulundu. Savak ajanları tarafından zehirlenerek öldürüldüğü ileri sürüldü. Suriye’ye gönderilen cesedi, Hz.Muhammed’in torunu ve İmam Hüseyin’in kız kardeşi olan Hz.Zeyneb’in yanına defnedildi.
Şeriati’nin Sorbonne’da gördüğü sosyoloji eğitimi, Batı toplumlarının yapılarını, ifade ettikleri gerçek anlamlarıyla kavrayıp değerlendirme imkanını O’na vermişti. Bu arada, Şeriati, Batı’lı devrimcilerin ve entellektüellerin çalışmalarını yakından inceleme fırsatını buldu. Bu düşünürler arasında bulunan Frantz Fanon, Batı’lı olmayan toplumların ülkelerinde bir devrimi realize edebilmelerinin ancak ve ancak dinlerinden vazgeçmeleriyle mümkün olabileceği görüşünü ileri sürüyordu. Oysa Ali Şeriati, bu görüşü paylaşmıyordu. Ali Şeriati, Batı’lı olmayan toplumların kendi kişiliklerinin, kendi kültürlerinin ve dinlerinin taa içlerine saldıkları köklerle beslenmemeleri halinde, Batı’ya, Batı’nın sömürü düzenine karşı koyamayacaklarına yürekten inanmaktaydı. İslami mücadelenin başarıya ulaşması, ancak ve ancak İslam akidesinin kitlelerce benimsenip hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktı. Şeriati’ye göre «bir kimsenin köküne dönmesi»nden kasıt, İran söz konusu olduğunda, Aryan (ırki) köküne değil ama kültürel köklerine dönmesiydi. İslam kültürü, İran’ın İslam öncesi kültürüyle olan bağlarını tamamıyla koparmıştı ve İran’lılar için köklerine dönmek demek, İslamiyet öncesi kültürlerine değil, fakat İslamî köklerine dönmek demekti.
Bir İslam sosyoloğu olan Ali Şeriati’nin yazılarında, Müslüman topluluklarının realitelerinin, analitik bir tarzda ele alındığını görmekteyiz. Şeriati’ye göre bugün bir Müslüman’ın kendisine soracağı en önemli soru; hangi dini kavramın rasyonel olduğu veya olmadığı, ilimle rekabet eder durumda olduğu veya olmadığı değil; içinde yaşadığımız toplum için ifade ettiği fayda ve değerin ne olduğu sorusudur. Bu nedenle Şeriati iki tip İslamiyet’ten söz etmekte ve şunları söylemektedir:
İslamiyet’e dönelim demek yeterli değildir. Bu tür bir ifadenin bir manası yoktur. Hangi İslamiyet’e dönmek istediğimizi belirlemeliyiz. Ebu Zerr’in mi yoksa Hükümdar Mervan’ın mı yaşadığı İslamiyet’e döneceğiz. Bunların her ikisi de Müslümandır. Ama ne var ki aralarında dağlar kadar fark vardır. Birisi Halife’nin, sarayın ve hükümdarların hoş ve hoşnut olmasını sağlayan bir Müslüman’dır. Diğeri ise halkın, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin hizmetinde olan bir Müslümandır. Bu ikisinden hangisini tercih edecek, hangisinin yolunu izleyeceğiz. Ayrıca, halkı kollayıp gözeten bir anlayışın destekleyicisi olduğunu ileri sürmek de tek basma bir mana ifade etmez. Aynı sözleri Hükümdar’lar da söylemektedir. Gerçek İslamiyet, fakirlerle ilgilenmenin de ötesinde bir şeydir. Mücadelesinin hedefleri arasında adaletin tesisi ve fukaralığın yok edilmesi vardır. Ebu Zerr’in yaşadığı İslamiyet’in bizim için hedef olduğunu, sarayda yaşanan İslamiyet’i seçmediğimizi; adaleti ve gerçek liderliği yeğleyip sultanlara iltifat etmediğimizi; aristokratik önceliklerle ve imtiyazlarla gölgelenmiş sınıf esasına dayalı bir toplumu istemeyip, özgürce gelişen şuurlu bir toplumu hedeflediğimizi; esarete, durgunluğa, atalete ve süküta hayır dediğimizi açıkça belirtmeliyiz. Savaşçıların yaşadığı İslamiyet’i, istemeliyiz. Hz.Ali ve ailesinin yaşadığı İslamiyet bizim için rehber olmalıdır. Safevi Hanedanı’nın yaşadığı İslamiyet ölçü olarak alınmamalıdır.
İslamiyet’e bu iki bakış açısının iki farklı yorumu beraberinde getireceği açıktır. Bunlardan birisi İmam Ali’nin dinamik hayatında, ikincisi ise Safevi Hanedanı’nın statik hayatında kendisini göstermektedir. Safevi Hanedanı İslamiyet’i çarpıtmak suretiyle kendi politik güçlerini artırmak yolunu seçtiler. Tevhidi olmayan Ulema’ya yüksek bir statü kazandırdılar. İslamiyet’i bir yandan kendilerine hizmet eder hale getirirken, öte yandan gücünden çok şey kaybettirdiler. İslamiyet, tarihin enkazı altında gömülüp kaldı. Bu nedenle Şeriati İslamiyet’in devrimci yanını görmezlikten gelenleri şiddetli tenkit etmekteydi. Tutucu Ulema’yı çağ dışı olarak nitelendirmesinin sebebi işte budur. Bu tür Ulema, Müslüman’lara düşünmeden inanmanın yollarını öğretmekteydiler. Bu tür bir İslamiyet; filozofların, din bilimcilerin, devlet adamlarının ve fakihlerin eğitiminde ön plana çıkarılıp savunulmuştur. Skolastik eğitim olarak İslamiyet; Abu Ali Sina’ya, müçtehidlere ve din sahasında uzman kişilere (alimlere) münhasır kalabilir. Devrimci boyutundan yoksun bırakılmış bu tür İslamiyet’i, yabancı uzmanlar ve hatta muhalifleri anlayıp benimseyebilirler. Öte yandan devrimci İslamiyet eğitim görmemiş kimselerce anlaşılabilir. Gerçekten, İslamiyet’in ifade ettiği gerçek manayı anlama hususunda eğitim görmemiş kimselerin fakihlerin, alimlerin ve pek değerli din bilimcilerin önüne zaman zaman geçtiğine şahit olmaktayız.
Bu tür görüşler ve değerlendirmeler Şeriati ile Ulema arasında fikir ayrılıklarının doğmasına sebep oldu. «Hüseyniye-i İrşad»da hoca olarak görev yapan Ayetullah Muttahhari, 1968 senesinde Şeriati’yi protesto etmek için görevinden istifa etti. Ayetullah Humeyni’den Şeriatiye karşı tavır alması için ricada bulunuldu; fakat Humeyni taraf tutmak yerine sessiz kalmayı tercih etti. Şeriati’nin tenkitleri daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, doğrudan doğruya Tevhidi olmayan Ulema’ya yönelikti. Şeriati bu kimseleri devrimci Şii’liği kurumlaştırmakla ve hatta yönetici kadro ile özdeşleştirmekle suçlamaktaydı. Tevhidi olmayan bu Ulema, yöneticilerle ve zenginlerle işbirliği yapıp, bu kimselerin müktesep haklarının korunmasına hizmet etmişlerdi. Devrimci entellektüeller bu yüzden resmi din görevlilerini karşılarına alma durumunda kalmışlardı. Şeriati, İslami kavramların dinamik bir yorumunu veriyordu. Ümmet, imamet, adl, şehadet, hicret, intizar, şirk ve Tevhid nizamı gibi kavramlar, insanları ve toplumları harekete geçiren, atıl kalmalarına meydan vermeyen kavramlardı. Şeriati’nin İslami kavramları aksiyona geçirmek için izlediği yöntemler de bütünüyle İslami idi. Topluma değişiklik getirebilmek için üç çeşit yaklaşımın devreye sokulmasının gerektiğine inanmaktaydı Şeriati. Bunlar, sırasıyla, muhafazakar, devrimci ve reformcu yaklaşımlardı. Birinci yaklaşımı Tevhidi olmayan Ulema denemiş, geçmişe dönerek değişimin kaynağını artık iyice eskimiş olan geleneklerde aramıştır. Ulema’nın geçmişe sıkıca sarılmasının sebebi, eski geleneklerin yerine yenilerini koymanın, bir ağacın toprak üzerinde kalan kısmı ile kökleri arasındaki bağları koparmaktan farklı olmadığına inanmış olmalarıdır. Devrimci yaklaşımda ise, geçmiş ile olan bağların tamamı koparılıp atılmaktadır. Reformcu yaklaşım ise, tedrici değişimi öngörmek suretiyle muhafazakar ve devrimci yaklaşımlar için bir orta yol bulmayı denemiştir. Şeriati, Hz.Muhammed’in biçimi koruyup özü değiştirmek şeklindeki yönteminin bu üç yaklaşımın üçünden de farklı olduğunu ileri sürmektedir. İslamiyet öncesi pek çok form olduğu gibi korunurken, ifade ettikleri anlamlar değiştirilmiş, bu suretle insanlar bir yandan köklerinden koparılmazken, eski formların yeni manalarını da kolayca benimseyivermişlerdir.
Şeriati’nin, bu görüşünü pekiştirmek için ele aldığı örneklerden birisi Hac olayıdır. İslamiyet’ten önce de Arap’lar, içi putlarla dolu Kabe etrafında tavaf ediyorlardı. Hz.Muhammed, Hac olayının formunu olduğu gibi korurken, manasını değiştirdi. Hac olayının yeni manası, eski manası ile taban tabana zıttı. Hz.Muhammed, Hac olayını, Allah’ın birliği ve insanların bütünlüğü esasına istinat eden muhteşem bir dini merasim haline getirdi. Bu durumda iman edenler, ebedi geleneklerinin yaşamağa devam ettiğini, doğruluğunu ve ruhları yıkayıcı vasfına hala sahip olduğunu hissetmektedirler. Dış formu muhafaza ederken, muhtevanın değiştirilmesini öngören bu yöntemle, bir kimse, bir devrimin zorunlu kıldığı cebri yöntemlere başvurmaksızın, büyük halk kitlelerini karşısına almaksızın devrimci amaçlarını gerçekleştirebilir. Şeriati bu İslami metodolojiyi İran’a uygulamak suretiyle, halkının inancının temelini ve toplumun kendi kişiliğini algılama tarzını yeniden belirlemeğe muktedir oldu. Şeriati, Hac farizasının her safhasını Hz.Muhammed’in yöntemine göre yeniden belirledi. Hacı adaylarının üç putu taşladıkları olay; Müslümanların kapitalizm, despotizm ve münafıklığı taşladıkları bir olay olarak sembolize edildi. Hac esnasında, Hz.İbrahim’in makamının önünde:
«İnsanları; zulüm, gericilik ve cehalet ateşinden kurtaracağınıza yemin edersiniz, insanları kurtarabilmek için gözünüzü kırpmadan kendinizi ateşe atmağa hazır olduğunuzu beyan edersiniz. Hz.İbrahim’in yaşadığı şekilde yaşayacağınıza, kendi zamanınızın inanç Kabesinin mimarı olacağınıza söz verirsiniz. Faydasız, kokuşmuş bir hayat tarzının içerisinde boğulan insanların üzerindeki uyuşuklukları atmalarına, dolayısıyla zulme başkaldırır hale gelmelerine yardımcı olacağınıza söz verirsiniz. Faydasız, kokuşmuş bir hayat tarzının içerisinde boğulan insanların üzerindeki uyuşuklukları atmalarına, dolayısıyla zulme başkaldırır hale gelmelerine yardımcı olacağınızı ifade edersiniz.»
Şeriati’ye göre Hac farizasının tamamı, Hacı adayının tüm insanların problemlerine çözüm arayan bir fedai haline kendisini dönüştürmek suretiyle takva ehlinden olmanın yolunu aramasıdır. Takva sahibi olmak derviş münzevi olmakla, kendi rızasıyla kendisini insanlardan tecrit etmek suretiyle gerçekleşebilecek bir iş değildir. Allah’ın rızasını kazanmak için çıkılan yolda bir kimsenin kendi arzularından vazgeçmeden, esarete, işkenceye, sürgüne, acıya, bitmek tükenmek bilmez tehlikelere göğüs germeden ilerleyebilme şansı yoktur. Bu nedenle de, takva sahibi olabilmek kolayca gerçekleşiverecek bir iş değildir. Takva sahibi olabilmek, insanlarla birlikte, insanlar için her türlü sıkıntıyı göğüsleyerek, Allah’ın hak yolunda adım adım yürümekle kabildir.
İnsana hizmetin Allah’a hizmet olduğunu ileri süren Kur’an-ı Kerim, Allah ile insan arasında bir köprü olarak görülmektedir. Kur’an-ı Kerim, insanı sosyal faaliyetlerde bulunma hususunda cesaretlendirmekte, insana kendi yolunu kendisinin seçme şansına sahip olduğu bilincini aşılamaktadır. Tercih, beşer yasası ile Mutlak Mükemmellik (Allah) arasında yapılacaktır. Tarih, insanın bu tercihi belirleyebilmek için verdiği mücadele örnekleriyle doludur. Yapılacak olan tercih, içinde yaşanılan toplumun biçimleniş tarzını belirliyecektir. Sonuçta ortaya çıkan toplum, ya Tevhid, ya da Şirk bazına istinat edecektir. Şirk’in hakim olduğu toplumlarda Allah’ın otoritesinin yerine, çok sayıda başka otorite ikame edilmektedir. Şirk temeli üzerine kurulan toplumlarda iktisadi ve ırki kriterlere göre bölünmeler ortaya çıkmaktadır. Bir kimsenin Batı kapitalizmine dönüp, Batı emperyalizmini benimsemesi mümkün olabileceği gibi, Marksizm’i benimseyip materyalist ölçüler üzerine kurulmuş bir toplum yeğlemesi de mümkündür. Her iki yol da kişiyi Tevhid esasına göre kurulmuş bir toplumsal yapılaşmadan uzaklaştırır.
Şeriati’ye göre günümüz insanının şahit olmakta olduğu çatışma ne modern güçler ile geleneksel güçler (modernizasyon teorisi), ne burjuvazi ile proletarya (Marksist teori) arasında değil, ama, Tevhid ile Şirk arasında cereyan etmektedir. Tevhid, yeryüzünde bir harmoninin oluşması amacını gütmekte, birleştirici bir dünya görüşüne sahip bulunmaktadır, insan ile tabiat, ruh ile beden, bu dünya ile Ahiret, madde ile mana ve bütünüyle tüm varlıklar arasında bir zıtlaşma, bir çelişki mevcut değildir. Tevhid, ayrıca, hukuk, sınıf, toplum, siyaset, ırk, milliyet, ülke, genetik ve ekonomik bazlı çelişkileri, ihtilafları, farklılıkları da tamamen reddetmektedir.
Sonuç itibariyle yeryüzünde her ne zaman tabiat ile tabiat ötesi, madde ile mana, bu dünya ile Ahiret, bilim ile din, metafizik ile tabiat, insan için çalışma ile Allah için çalışma, siyaset ile din, mantık ile aşk, ekmek ile ibadet, merhamet ile irtikap, hayat ile ebediyet, arazi sahibi ile köylü, yöneten ile yönetilen, siyah ile beyaz, asil olan ile olmayan, ruhban sınıfı ile halk, Doğu’lu ile Batı’lı, takdis olunmuş ile olunmamış, aydınlık ile karanlık, medeni olan ile barbar, irsi fazilet ile, irsi kötü ahlak, Arap ile Arap olmayan, İran’lı ile İran’lı olmayan, kapitalist ile proletarya, seçkinler ile halk, alim ile cahil arasında bir ihtilaf çıksa, bu şirkin dünya görüşünün bir ürünüdür. Bu ihtilafların ortaya çıkmasına sebep olan şirkin, yeryüzünden kaldırılacağı ve Tevhid’in hakimiyetinin kurulup, yeryüzüne bir ahengin hakim olacağı güne kadar savaşmak, Tevhid inancına sahip olanların boynunun borcudur.
Bu hedefe varmanın muhtelif yolları vardır. Hedefe ulaşılmasını sağlayacak olanlar ise, halk ile birlikte hareket eden İslamiyet’e inanmış liderlerdir. Kur’an-ı Kerim’in muhatabı olan halk, hedefe giden yolda verilen uğraşının en önemli faktörüdür. Şirk yapılarını Tevhid yapılarına dönüştürebilecek olan, halktır. Müslüman’lar, gerek tek başlarına ve gerekse birlikte hareket ederek kaderlerini değiştirebilecek güçtedirler. Allah, Müslüman’ları bu güçle donatmıştır. Fakat arzu edilen değişikliklerin gerçekleştirilebilmesi, ancak, İslamiyet’in ve Kur’an-ı Kerim’in yolunu izlemekle mümkündür. Toplumlarını Tevhid esasına göre yeniden biçimlendirmek isteyen liderler kutsal normları anlamak mecburiyetindedirler. Toplumun Tevhid yapılarında, hayatta ve tabiatta araz yoktur. Arazlar, insanların Tevhid normlarını bırakıp şirk normlarına sarıldığı topluluklarda ortaya çıkmaktadır. Bu faktörlerin bir toplum üzerindeki etkinlik dereceleri, söz konuşu toplumun içinde bulunduğu şartlara bağlıdır. Toplum içerisinde bu faktörlerden birinin veya diğerinin baskın duruma geçtiği görülebilir. Hz.Muhamed’in kişiliğinin, müstakbel bir medeniyetin inşasında, tarihin akışının değiştirilmesinde yapı taşları görevi üslenmiş olan değişikliklerin, gelişmelerin oluşumunda asli ve yapıcı bir rol oynadığı İslamiyet’in ilk yıllarında; en büyük kuvvetin ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bu nedenle insanlar şirk esasına değil ama, Tevhid esasına istinat eden bir dünya kurulması için çalışmalıdırlar. Tevhid’e inanmış insanın inancına göre: İnsan, yalnızca bir tek güçten korkar, yalnızca bir tek makamın önünde sorguya çekilebilir. Bir tek kıbleye döner, ümitlerinin ve arzularının gerçekleşmesini bir tek kaynaktan bekler. O’ndan gayrisine bel bağlamak beyhudedir.
Böylesi bir inanca sahip kimse için herhangi bir arazın ortaya çıkması söz konusu değildir. Başarı kesindir. Bundan başka, Şeriati’ye göre Ümmet, «Bir tek lider tarafından bir tek gayeye doğru yöneltilmiş olan insan topluluğu demektir.» Bu tür bir Ümmetin ise, imamet olmaksızın vücud bulabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla «Ümmet ebedî bir hareket içerisinde olan bir topluluk, imamet ise, bu topluluğu yönlendiren rejimdir.» Bu ümmet içerisindeki Müslüman; kendisini topluma adamış, sorumluluklar üstlenmiş, oldum demeyen ama olmak için çaba harcayan, zenginlik içerisinde olmayı değil ama, saygıdeğer bir hayat sürdürmeyi arzulayan bir kimsedir. O kimse için özgürlük bir ideal olmayıp ideal olanı elde edebilmek için zaruri bir araçtır. Gerçekte insan, sürekli olarak gelişim süreci içerisinde olan bir varlıktır. Toplumda ortaya çıkacak olan her değişikliğin asli elemanıdır ve misyonu, amacı: Allah’ın «İyi olanı emredin, kötü olanı yasaklayın» şeklinde ifade olunan emri doğrultusunda bir hayatı sürdürebilmektir. Bu prensip, toplumları yanıltıcı yükselişlerden ve düşüşlerden koruyacaktır. Bu emre karşı herhangi bir kimsenin veya herhangi bir toplumun ilgisiz kalabilmesi mümkün olamaz.
Şeriati’ye göre, tarihin zamanla toplumları değişikliklere uğratması sebebiyle her toplum, «yükseliş ve çöküş»ten payına düşeni almıştır. Fakat insan, sürekli olarak yenileyip hayatiyet aşılamak suretiyle içinde bulunduğu toplumu değiştirebilir. Bu ise içtihad yoluyla gerçekleşebilir. Kendi ideolojisi ile ilgili içtihadlara göre davranmak için olanca çabasını harcamak, her insan için objektif bir görev olmaktadır.
«Ruşenfikr», terimi genellikle aydın kişi, entellektüel anlamında kullanılır. Fakat Şeriati, yönünü Batı’ya çevirip kendi öz kültürüne yabancı kalmış, halkı ile olan gönül bağlarıın koparmış verimsiz entellektüelleri desteklemiyordu. Oysa «Ruşenfikr» demek, kendisine pırlanta gibi bir beyin bahşedilmiş, toplumu aydınlatacak olan meş’alesini taşıma gücüne sahip, zulmün ve karanlığın antitezi olmağa layık bir kimse demektir. Bilim adamları veya eğitim görmüş insanlar gibi yalnızca gerçekleri bilmekle yetinmez, aynı zamanda gerçeği keşfetmek için çaba harcar, halka yakındır, İslami esaslar çerçevesinde halkın gelişmesini «kendi varlığının şuurunda sorumlu bir lider olarak» sağlamağa çalışır.
Şeriati’den, sık sık, solcu Halkın Mücahid’leri ile birlikte söz edildiğine şahit olmaktayız. Şeriati, sol görüşlere yakın olmadığı gibi, bu kimselerin hiçbir zaman akıl hocalığını yapmamıştır. Solcu öğrenciler kendi faaliyetlerine İslami açıdan meşruiyet kazandırabilmek amacıyla Şeriati’nin yorumlarını istismar ettiler. Bu ise, Şeriati’ye kötü bir şöhret kazandırdı. Oysa, Şeriati Marksizm’in aleyhinde idi ve solcu gruplarla ve faaliyetleriyle herhangi bir bağlantısı yoktu.
Kaynak: İranda Devrim ve Karşı Devrim, Asaf HÜSEYİN, 1989, Çeviri: Taha Cevdet, Pınar Yay. s.134-145
Ali Shariati, Islam Shenasi (n.p. 1972), Lesson 13, S. 15-17.
M. Bayat Philips, ‘Shiism in Contemporary Iranlan Politics: The Case ot AH Shariati’ in E. Kedouri and S. Haim (Eds). Towards a Modem İran, London, Frank Cass & Co., 1980, s. 156.
İslami Kavramlar Hz. Ali ve Safevi’lerin değerlendirme tarzı için bkz. S. Akhavi, Religion and Politics in Contemporary Iran, Albany, State University of New York Press, 1980, s. 231-3.
M. Bayat Phillips, a.g.e., s. 158-9.
|